31 Mart 2025, Pazartesi

ÎD GELDİ ‘ÂLEM-ÂRÂ KİM CİHANI ŞÂD İDER...

Yüzyıllardır dinî bayramlarımız, iyiliklerin, güzelliklerin, paylaşmanın, yardımlaşmanın, cümle mahlûkata karşı şefkat ve merhamet göstermenin zirveye ulaştığı günler olmuştur. Bu günlerde birlik ve beraberlik hayatın her alanında görünür hâle gelir. Bayramlar vesile edilerek küskünlükler sona erdirilir. Yoksullar gözetilir, yetimler sevindirilir, aile büyükleri ziyaret edilir ve hayır duaları alınır. Bayramlar, coşkuyla kılınan bayram namazları, özenle giyilen bayramlıklar, ziyaretler, hediyeleşmeler, sohbetlere eşlik eden bayram tatlıları ile alabildiğine mutlu ve huzurlu geçen özel ve değerli zamanlardır. Herkes çok iyi bilir, bayramların asıl sahipleri olan çocukların hele de yetimlerin yüzleri gülmelidir ki o bayram, bayram olabilsin... On bir ayın sultanı ramazan ayının sona ermesinden dolayı müminlerin gönlüne çöken hüznün ilacıdır bayramlar. Özlenen bu günler şevval hilalinin görülmesiyle başlayan ve herkesi coşku ve sevinç ile dolduran bir müjdedir. Türlü dertlerle yanarken alnımızı yasladığımız soğuk bir mermer, tasaların girdabından kurtaran bir rehberdir. Şairin “Îd geldi ‘âlem-ârâ kim cihanı şâd ider, Rûze-dârân-ı gamı endûhden azâd ider” dizeleriyle ifade ettiği gibi, bayramın gelişi ile âlem mutludur ve oruçtan ayrılışın hüznüne kapılanlar artık huzura ermiştir. Mevsimlere göre kolaylıkları ve farklı meşakkatleri olsa da ramazan orucunun sona ermesi ile ulaşılan bu vakit, Yüce Mevlamızın ikram ettiği ve hak edilen bir sevinç vaktidir. Müminlerin darda olanlara kol kanat gerdiği, iyiliklerin hayırda yarış atmosferinde çoğaltıldığı ramazan ayının ardından ulaşılan tarifsiz bir sevinç günüdür. Bu sevinci doyasıya yaşamak kadar muhtaç gönüllere bu sevinci taşımak da Cenab-ı Hakk’a itaatin gereğinden ve güzelliklerindendir. Zamanı teslimiyet içinde huzur ve sekinete dönüştürme çabamızda bizi eğiten bir okuldur bayramlar. Nasıl ki hayatımız O’na layık olabilmek içinse; namazımız, orucumuz, zekâtımız, haccımız, iman etmenin bilinciyle ifa ettiğimiz tüm ibadetlerimiz O’nun rızasını kazanabilmek amacına dairse; bir tefekkür ve tezekkür fırsatı olan ramazan-ı şerif ve atılan bir tohumun yeşermesi gibi ardından geliveren bayramlar da O’nun hikmeti dairesindedir. Ömür yolculuğumuzda hayat O’nun verdiği bir sermayedir; acısıyla tatlısıyla, sevinciyle hüznüyle, varlığıyla, darlığıyla hâlden hâle geçişimizdir. O hâlde haddi aşmak, nefse uymak kula yakışmaz. Hangimizin en güzel amelleri yapacağının sınandığı bu dünya, gülerken ağlayan, ağlarken gülen, zengin iken fakir, garib iken sultan, âlim iken zalim, beşer iken asi, muhtaç iken gani nicelerine şahit olmuştur. Kısacası, “Biliniz ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlatta bir çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki bitirdikleri çiftçileri imrendirir, sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sararmıştır, ardından da çer çöp hâline gelmiştir. Ahirette ise ya çetin bir azap yahut Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı sadece aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir.” (Hadîd, 57/20). Orucun kendine özgü dünyasından bayramın şefkatine geçmek bizi bu dünyanın duygu geçişlerine alıştırır, sekine ile bakmayı ve ümitvar olmayı hep ümitle kalmayı öğretir. Bir dua dökülür yüreklerden en samimi terennümlerle; “Yâ muhavvilel ahvâl! Havvil hâlenâ ilâ ahseni’l-ahvâl” Ey hâlleri başka başka hâllere çeviren Rabbim! Bizim hâllerimizi en güzel hâllere çevir. Asrısaadetten hepimizi derinden etkileyen bir hatıra aktarılır. Sevgili Peygamberimiz bir bayram sabahı evinden çıkmış mescide gidiyordu. Yolda bayramlıklarını giymiş çocuklar gördü, sevinç içinde oynuyorlardı. Aralarında bir çocuk vardı, yırtık eski elbiseler içindeydi, mahzundu. Bir köşede durmuş, oynayan çocukları izliyordu. Allah Resulü (s.a.s.) “Sen niye arkadaşlarının yanında değilsin? Neden sen de onlar gibi gülüp oynamıyorsun?” buyurdu. Çocuk ağlamaklı “Ben hem öksüzüm hem de yetim. Babam şehit oldu, annem de yok.” diye cevap verdi. Böyle derin hüzünler yakışmazdı bir çocuğun yüzüne, hele de bir bayram sabahında. Allah Resulü (s.a.s.) şefkatle çocuğun elinden tuttu, saçlarını okşadı ve şifa veren sözler söyledi ona. Sonra mübarek dilinden dökülen şu soruyu sordu çocuğa; “İster misin Resulullah baban, Aişe de annen olsun...” Çocuk anlamıştı şefkat abidesi bu insanın Peygamber Efendimiz olduğunu. “İstemez olur muyum yâ Resulallah, istemez olur muyum?” derken yüzündeki hüzün bulutları dağılmıştı. Hz. Peygamber (s.a.s.) çocuğun elinden tuttu, hane-i saadetine götürdü, doyurdu, giyindirdi. Bir çocuk güldü, bayram oldu. Tahayyülümüzde, tüm güzelliklerin paylaşıldığı, neşe içinde geçen, birlik ve beraberlik atmosferinde yaşanan bayramlar var. Cemaatle kılınan teravih namazlarının huşusu, şadırvanlarından merhamet akan camilerin huzuru var. Mahmur gözlerle kalkılan sahurların bereketi, kuşların cıvıltıları ile örülmüş mahyaların ışıltısı var. Hep birlikte besmeleyle açılan oruçların ardından bayram kahvaltısının telaşı var. Ümmetin birliği ve beraberliğinden doğan dirliği var. Biz hatıralarımızda ve hayallerimizde yer alan güzide bayramlara dalmış, tebessümle bu güzel ve eşsiz manzaraları seyrederken elbisemizin ucundan çekiştiren çocuklar dahil oluyor muhayyilemize. Bir bayram sabahı yırtık ve kanlı elbiseleri, hüzünlü bakışları ile “Biz ümmetin yetim ve öksüz çocuklarıyız.” diyorlar, “Yanarak ölenlerimiz var, donarak ölenlerimiz… Açlıktan ölenlerimiz de var, keskin nişancıların kurşununu yiyenlerimiz de. Bombalar yüzlercemizi öldürdü ama biz yaşıyoruz.” diyorlar... Çocuklar nasıl gülecekse öyle bir bayram olsun bu bayram. Bunun için yapılacak çok şey var. Ümmetin çok çetin problemlerini ve coğrafyamızda Gazze’mizde göz göre göre işlenen vahşeti düşününce alıp kuşanacağımız ne coşku kalıyor ne de neşe… Evet, ama bu karamsarlıkta kalamayız, kalmamalıyız. Bayramlar tam da bunu öğretiyor bize. Bir yıl içinde iki bayram, iki ümit ışığı, iki merhamet eşiği bize hâlden hâle evrilmeyi, her şartta ve ahvalde ümitle dolmayı talim ediyor. Her şeye rağmen neşelenebilmek, şükredebilmek için sebepler bulabilmemiz ne güzeldir. Ümmetin evlatlarının yüzlerini güldürmenin çabası ile süsleyelim bu bayramı... Yetimlerin annesi biz olalım, babası biz... Ulaşılamayana ulaşalım, gidilmeyene gidelim, aranıp sorulmayanı arayıp bulalım... “Ne büyük derdimiz var.” yerine “Ne büyük Rabbimiz var.” diyelim. O’na sığınalım, O’na dayanalım, O’na güvenelim... Neşemizin hüznümüze galebe çalacağı güzel günlere ulaşmak ümidiyle Ramazan Bayramınızı tebrik ediyor; ümmetin vahdetini, dirliğini ve diriliğini bizlere göstermesini Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum.
Prof. Dr. Ali ERBAŞ
Prof. Dr. Ali ERBAŞ

Diyanet İşleri Başkanı

Yazarın Diğer Yazıları