ZAMANI AŞAN RAMAZAN VE BAYRAMLAR
Makale
26.03.2025
Doç. Dr. Selim ARGUN
182 görüntülenme

Ramazan ayı, insanın değerler hiyerarşisini gözden geçirme zamanıdır. Acaba değerler sıralamamızı neye göre belirliyoruz? Hayatımızı oluşturan somut ve soyut ögelerin önem sırasını belirlerken ölçümüz nedir? Değer atfederek bazı şeyleri ön sıralara alırken, daha az değerli oldukları düşüncesiyle geriye bıraktıklarımız konusunda doğru hareket ettiğimizden ne kadar eminiz? Yoksa bazı saptırıcılar, tabiatımızda bulunan birtakım zaafları kullanarak algılamamızı çarpıtmak suretiyle bizi gerçek değerli olandan uzaklaştırmakta mıdır? Özellikle gerçekle yalan, doğru ile yanlış arasındaki çizginin her geçen gün biraz daha belirsizleştiği günümüzde, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmek için elimizde kalan tek güvenilir kaynak ve metot, hayat ve içindekilerin sahibi ile bağ kurmamızı temin edecek, şekli ve tefekküri boyutuyla ibadetlerdir (Enfâl, 8/29). İnsanın sahip olduğu kapasite, kendisine kurulan tuzakları aşmada yetersiz kalabilir.
Maddi olanın giderek ruhlarımız üzerinde daha fazla hüküm sahibi olduğu günümüz dünyasında, hızı artan iletişim çağının getirdiği kontrolsüz etkileşim, savunmasız insan benliğini hedef almaktadır. Bu amansız hücum karşısında orucun bize kalkan olacağı müjdesi ise daralan gönülleri ferahlatmaktadır. Teknoloji çağının yoğun tazyiki altındaki nefislerimiz, kendilerini koruyacak bir kalkana, doğruyu yanlıştan ayırt edebilmemizi sağlayacak bir filtreye belki de hiç olmadığı kadar muhtaçtır bu günlerde.
Tüketmekle doyurulabileceği vehmedilen ama tükettikçe daha baş edilemez bir hasma dönüşen nefislerimizin devası, -zannedilenin aksine- daha çok sahip olmakta değil; daha değerli olan hatırına, değeri az olandan vazgeçebilmektir. Dünyevi arzularla doyurulamayan nefsin günümüz dünyasında yol açtığı felaketler, insan fıtratını derinden yaralayarak bireylerin iç dünyalarında çoğu kez tamiri mümkün olmayan tahribat ve bunalımlara neden olmuştur.
Bu tablo bizi, insanın birtakım aceleci hesaplarla, önemli olan şeyleri geriye atmış olduğu sonucuna götürmüştür. Çünkü insan, aslında hiç unutmaması gereken şeyleri unutunca, unutmayıp zihnini meşgul ettiği diğer şeyler maalesef ona sadece hüsran getirmiştir (Haşr, 59/19). Kötülük veya kötü olgusunun, nefsani arzuların insana kendisini unutturması ile başladığı söylenebilir. İnsan, kapıldığı ihmaller zinciri neticesinde kendisini dahi unutacak noktaya geldiğinde, artık aklı zannettiği hevasının ona verebileceği bir can simidi de kalmamıştır.
Dünyevi koşuşturma arasında ezilen ve kendisini tüketen insanoğluna, kendisini kaptırdığı bu girdaptan kurtulabilme vesilesi sunar ramazan. İnsanın kendisine yabancılaştığı modern hayatın cenderesi içerisinde, biraz durup nefes alma, nereye doğru gittiği ve ne için yaşadığı konusunda düşünebilme aralığı sunar ramazan. Tutulan oruçlar, biyolojik bünyemizi pek çok marazdan arındırdığı gibi ruhumuza tasallut olmuş ağırlıklardan da kurtulmaya imkân sunar.
Dünyamızın son zamanlarda yaşadığı maddi refah artışının insana vadettiği aldatıcı öz güvenin sürüklediği dünyevileşme ve onun neticesinde geldiği son aşama olan nihilist tutum ve anlamın kayboluşu, insanı acımasız bir yalnızlaşmanın kucağına itmiştir. Bu olgu bazı ülkelerde “Yalnızlık Bakanlığı” kurulmasını gerektirecek bir hâl almıştır. Peki, ne oldu da insan insanın ilacı olacak iken, diğerini bu kadar yalnızlığa terk ederek hayatı her iki taraf için de taşınamaz bir yük hâline getirdi? Yoldaşı, arkadaşı olan diğer insanı unutturacak hangi öncelikler ağır bastı ki, Kur’an’ın “çok zalim ve çok cahil” (Ahzab, 33/72) olarak nitelediği insan, önce kendisini sonra da çevresini unuttu?
Bu soruya her devir için farklı bir cevap vermek mümkün olmakla birlikte içinde bulunduğumuz zaman için; her türlü maddi refah, konfor ve teknolojik gelişmelerin teşvik ettiği “dünyevileşme” ile yanıt verilebilir. Özellikle dijital çağın getirdikleri ile aşırı bireyselleşip içine kapanan insan, büyük bir yanılsama neticesinde, kendi eliyle ürettiği makinayı dost ve arkadaş edinme yoluna sapmıştır. İnsani ve kültürel çeşitliğin hikmetinden uzak olarak hesaplar yapan güç odaklarının kontrolünde olan iletişim mecraları, insanları sürekli kontrol altında tutarak onları izole edecek her türlü neşriyat marifetiyle, kendisine her daim bağımlı olan müşteriler edinme çabasındadır.
Sekülarizm, bireysellik ve dijital kültürün hâkim olduğu modern toplumlarda ramazan ve bayram gibi hem bireysel hem toplumsal yönü olan ibadetler, parçalanmış ve fark edilmeden geçen zaman algısına karşı manevi, toplumsal ve ahlaki bağları güçlendirir. Günümüz hayat algısını karakterize eden, tüketim, haz ve maddi olanı esas alan anlayış karşısında; oruç ibadeti, ruhumuza kazandırdığı manevi takviyeler ile söz konusu anlayışa karşı elimizden tutar.
Dinî kutlama ve ibadetler, insanın içindeki yalnızlık ve yabancılaşma hissini rehabilite ederek dünyada salt bir varoluş hissi yerine anlamlı bir aidiyet ve ona evinde olma hissi vermektedir. Toplumsal katılım ile icra edilen sembolik faaliyetler, toplumu inşa eden değer ve algıların ifade ve aktarımına fırsat verir. Fertleri arasındaki iletişimin kaybolduğu toplumlar, hayatın anlamına dair epeyce kayıp yaşamışlardır. Varlık ve zaman gibi kavramlar için bir nevi mesken teşkil eden dinî pratiklerde oluşan erozyon ve tahfif, hayatın akışına olumsuz etkide bulunmaktadır. İbadet, tefekkür ve ritüellerle zenginleştirilmeyen bir hayat, hiçbir derinliği olmayan bir akıntı ve yaşayanı kandıran bir serap gibidir (Nur, 24/39). Dünya ile arasındaki ilişkiyi isabetli bir biçimde tesis etme hususunda sorunlar yaşayan modern insan, bu hususta kendisine rehberlik edebilecek mahiyetteki dinî pratiklerden uzaklaşmakla, lehine olabilecek pek çok hayırdan da mahrum kalmıştır. İbadetler, farkında olunmadan geçip giden hayatı fark etmemize ve dikkatimizi içinde bulunduğumuz ana yönlendirmemize işaret eder. Bu dikkat sayesinde, bitmez taleplerle hayatımızı işgal eden girişimlere karşı bir korunma sağlarız.
İletişim kelimesinde, toplum içerisinde olma manası gizlidir. İletişimde taraflardan birisinin bir insan yerine makine olması, pek çok insani değerin feda edilmesi insanı amaçsızlık ve yabancılaşmaya götürmüştür. Yüz yüze iletişimin giderek kaybolup yerini dijital etkileşimin aldığı bu çağda, bizlere içten ve gerçekçi bir iletişim imkânını ancak maddi manevi bir araya gelişlerden müteşekkil bayramlar sunabilmektedir.
Küreselleşmenin yoğun erezyonuna maruz kalan kültürlerin en önemli sığınağı toplumsal ritüellerdir. Bu anlamda, toplumsal devamlılığı sağlayan kültürün yeni nesillere aktarımı konusunda bayramlar önemli bir fonksiyona sahiptir. Bayramlar, insanın kendisi ve çevresiyle ilişkilerinde yaşadığı tahribatı rehabilite etme vesilesidir. Başlangıçta sembolik gibi gözüken – söz gelimi hediyeleşmek gibi – ritüeller insanları birbirine bağlayan olumlu duyguların doğması ve gelişmesine aracılık etmektedir.
Kimlik ve aidiyet duygusu oluşturarak hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan değerler silsilesinden müteşekkil toplum, aynı zamanda insana bir güven alanı oluşturur. Bu alanın insana sunduğu hafıza, insanın neşvünema bulmasına vesile olan medeniyet inşasının da temelidir. Bayramlar, kuşaklar arası değer aktarımını sağlayarak toplumsal hafızanın diri tutulmasına vesiledir.
Kültürümüzde “gönül alma” diye bir tabir vardır. Mahzun, kırgın gönüllere dokunularak onlara yalnız olmadıkları, değerli oldukları hissettirilir. “Mutluluk” tek başımıza ulaşabileceğimiz ve yaşayabileceğimiz bir duygu veya hâl değildir. Mutluluğumuz başka insanların mutluluğu ile bağlantılı ve orantılıdır. Dinimiz, diğer insanlarla ilişkilerimizi bütün boyutlarıyla “sadaka” kavramı ile belirlemiştir. Adiyattan gözüken ama sadaka kavramına dâhil olan bir eylemin doğuracağı etkileri çoğu kez hesap edemeyiz. Sadakanın, failini de muhatabını da ihya eden bir yönü vardır. Bu anlamda bayramlar, sadaka kavramının temsil bulmuş hâli olarak da adlandırılabilir. Bu nedenle, günlük hayatımızda kültürden tevarüs eden sıradan bir gelenek gibi algılansa bile, ihmal edilmemesi gereken önemli etkinlikler arasında gelir bayram.
Zaman içerisindeki her anın kendine has özellikleri vardır. Bazı zamanlar daha özeldir. Durmaksızın üretim ve tüketime endekslenmiş günümüz zaman algısında bütün zamanlar aynıdır ve sadece üretime katkıda bulunmak içindir. Zamanın ruhunu göz ardı eden bu anlayış, bireyler arasında bağ kurarak gösterilen çabaları anlamlı hâle getirecek bir bütünlükten uzaktır. Ramazan ve bayram gibi dinî etkinlikleri tüketim, eğlence ve boş zaman olarak düşünmek yanlıştır. Bayramlar, nefes almaktır. Bayramlar, insanları bir araya getirecek toplumsal anlayış, ifade ve mensubiyet duygularının gelişimine fırsat sağlayan özel zaman dilimleridir.
Toplumsal değerlerin tüketim kültürünün tehdidi altında olması karşısında ramazan ve dinî bayramlar, bireylerin kültürleri ve maneviyatlarını korumalarına yardımcı olur. Bireyleri izole eden dijital dünya ve ahlaki görecelilik karşısında bayramlar; evrensel, ahlaki değerleri esas alan, hakiki, insani bir iletişim imkânı sunar. Toplum olma ve birliktelik duygusu kaybolmaya yüz tutmuş insana, paylaşma tecrübesi ve toplumsal kimlik kazandırır.
Modern hayatın baş döndüren ve insana kendisini unutturan hızı karşısında bayramlar; hayatın, zamanın, geçmişin ve ilahi olanın farkında olabilme fırsatını sunar. İnsanın hayatta idrak ettiği aşamalar ve geçiş süreçleri, bize bunu haber veren birtakım etkinliklerle fark edilir. Günümüzde hayat; haz, fayda ve etkin olma kavramlarıyla algılanmaktadır. Bayramlar bu algının aksine, başka bir amaç için olmaktan ziyade bizzat kendi başlarına değerli olan, kıymet ifade eden zaman dilimleridir. Hayatı güzelleştiren farklılıkları görmeyip, tek tip bir anlayışı dayatan hâkim algıyı bir yana bırakarak bize derinliklerin kapısını açacak hayret nazarı ile bakabilmek, belki de hakikati algılamamıza perde olan engellere karşı verilebilecek en güzel cevap olacaktır.
İyilik yapmada bizden sonraki nesillere örnek olabileceğimiz bayramların idraki ile ...