Kurban Bayramı’na dair
zihninizde yer eden ilk sahne nedir? O günlerin hafızanızda kalan ilk izini
anlatabilir misiniz?
Babam işçiydi. Askerî
fırında ekmek pişirirdi. Biz, babamın durumu iyi olmadığı için hiç kurban
kesmedik. Benim çocukluğumdan Kurban Bayramı’yla ilgili aklımda kalan, ev
sahibimizin bir kurban kesme hâlidir. O kurbanın gözünü bağlamışlardı. Başına
büyüklerimiz toplanmıştı. Salavat getirerek, tekbir getirerek o mübarek hayvanı
Allah yolunda kurban etmişlerdi.
O zamanlar Ramazan
Bayramı’yla Kurban Bayramı sizin için nasıl ayrılırdı? Aradaki fark neydi?
Tabii Kurban Bayramı’yla
Ramazan Bayramı’nı ayıran tek olay kurban kesmekti. Onun dışında, kurbanı
paylaşmak vardı. Kurban bölünüp önce yakınlara, sonra akrabalara, komşulara
verilirdi.
Hep Kurban Bayramı’nda kurban
kesildiği gün yağmur yağdığını söylerlerdi. Bu da Allah’ın bir hikmetiydi. Öyle
düşünürdük. Yağmur yağardı ki kesilen kurbanın kanı yerlerde kalmasın,
temizlesin, ortalık yıkansın … “Yağmur yağdırıyor Allah’ım” diye düşünürdük.
Bayram namazına gitmek
sizde nasıl bir duyguydu? O sabah yürüyüşü, o kalabalık ne anlatırdı size?
Biz her Kurban Bayramı ve
Ramazan Bayramı’nda, 5 kilometre yukarıda olan Harput’a giderdik. Ben
Elazığlıyım. Harput, yani eski Elazığ’daki Uzun Hasan’ın annesi Sarahatun’un
yaptırdığı Sarahatun Camii vardı. O camide bayram namazı kılmak bizim için en
kutsal, en olmazsa olmaz olaydı.
Bayram sabahı yola
çıkardık, hangi arabaya el etsek bütün arabalar bizi alırdı. Cemaatle birlikte
babam, abim ve ben giderdik. Namazımızı orada eda ederdik.
Çıktığımızda Harput’ta
gayrimüslimler de olurdu. Onlar bizim kültürümüze alışmış, bizimle iç içe
yaşıyorlardı. Caminin önünde, bayram namazı çıkışında hepsi Elazığ mahallî
kıyafetlerini giymiş, bizimle bayramlaşmak için sıraya girmiş olurdu. Yaşlısı,
genci sıraya dizilir ve çıkan herkesle bayramlaşırlardı. Bunu çok iyi
hatırlıyorum.
Namazdan sonra evinize
döndüğünüzde sizi neler karşılardı? Bayramın ilk misafirleri kimlerdi?
Babam bazen çalıştığı
fırının yanındaki Kışla Camii’ne gider, namazını orada kılardı. Kendi bölüğünde
çalışan, ekmekçi bölüğünden on askeri her bayram sabahı bize yemeğe getirirdi.
Biz Sarahatun Camii’nden döndüğümüzde kapının önünde on çift asker postalı
olurdu. Her bayram bu yaşanırdı.
Annem ve ablam fazla
sofraya karışmazlardı. Hazırlık işlerini abimle ben yapardık. Askerlerle
birlikte sofraya otururduk. Biz yemiş gibi yapar, onlara ikram ederdik.
Şekerini, tatlısını verir, sonra onları uğurlardık. Ondan sonra aile içinde
bayramlaşırdık. Annemin, babamın, kardeşlerimin ellerini öperdik. Küsmüşsek
barışırdık.
Bayramlaşma evle sınırlı
kalmazdı elbette. Sokağınızda, mahallenizde bayram nasıl yaşanırdı?
Bizim oturduğumuz sokak,
Harputluların oturduğu bir sokaktı. Hepsi Harputluydu. Öyle bir âdet vardı ki…
Sokağın en başında, yaklaşık 30-40 ev vardı. Belki 20, şimdi tam
hatırlamıyorum. Bayram sabahı genç biri çıkar, ilk girdiği evdeki erkeği alır,
ikinci eve gider. Oradan birini alıp üçüncüye, oradan birini alıp dördüncüye…
Bu şekilde grup büyüyerek sokakta tüm evleri gezerdi. Sonlara doğru kalabalık
azalırdı. İlk çıkan kişi evine döner, gelenleri ağırlar, otururdu. Bayramlaşma
böyle güzeldi.
Hanımlar ise bayramın ilk
gününden sonra -kendi aralarında “hanım bayramı” derlerdi- gezmeye başlarlardı.
Çünkü bayramın birinci günü kimse gezmezdi. Herkesin kurbanı vardı, işi gücü
olurdu.
Bayram sabahı ayrıca
Harput'taki aile mezarlığımıza gider, geçmişlerimizin bayramını kutlar, kabir
ziyaretimizi yapardık.
Bayramlık kıyafetlerin ve
ayakkabıların çocuk kalbinde bambaşka bir yeri vardır. Sizde bu nasıl
yaşanırdı?
Babam her bayram mutlaka
bize elbise ve ayakkabı alırdı. O yoklukta bile bunu yapardı. Çünkü çocuklar
için bayram demek, yeni elbise, yeni ayakkabı demekti. O, bayramın havasını
oluşturuyordu. Bayram olduğunu çocuklara hissettiriyordu.
Ben çok iyi hatırlıyorum,
ayakkabımı o kadar çok sevmiştim ki yastığımın yanına koyup yatmıştım. Kundura
derlerdi. Küçük kundura… O zaman bile o küçük ayakkabılar kundura sayılırdı.
Renkli renkli, kırmızılı, mavili… Bayrama özel, bayrama ait…
Bugünün bayramlarına
baktığınızda neler hissediyorsunuz? O eski ruh hâlâ yaşıyor mu sizce?
Eski bayramlar… Tabii
herkes çocukluğundaki bayramı güzel bulur. Çünkü çocuklara bayram gelirdi.
Şimdi bayram oluyor mu, olmuyor mu? Millet tatile gidiyor. Akrabalardan uzak.
Ben gurbetteyim. Komşularımıza gidiyoruz, o kadar. Ne akraba kaldı ne bir şey.
Bayramı çocuklar yaşıyor.
Biz sadece rükûlar yapıyoruz. Büyüklerin yapacağı işler çocuklara göre değil.
Bayramın hazzına varmak için çocuk lazım. Zaten bizde iki kız var, onlar da büyüdü
artık.