Sezai Karakoç’un
“İnsanlar nasıl zaman zaman ziyafetler veriyor, şölenler düzenliyorsa, bayram
ve kandillerde, ruhun ziyafet günü, ruhumuzun şöleni oluyor. Bayram, ruhun
toyu, ruhun düğünü demek.” şeklinde tarif ettiği bayramı siz nasıl tarif
ederdiniz?
Bu “bayram” nosyonunu
yitirmemek önemli. Ramazan Bayramı’nda daha belirgin bir karşıtlık olduğu için
oruç pratiği ve bayram kutlaması arasında, bayramın aslında Batılı jargondaki
tanımına yakın, bir nevi “şenlik” olduğu daha barizdir. Olağan gündelik yaşamın
dert ve sorumluluklarının askıya alındığı, zamandaki bir geçiş kapısı gibidir
bayramlar bu anlamda; onca sıkıntı ve zorluk sonrasındaki bir genişleme,
kabzdan sonraki bast hâli misalidir. Bir şenliktir, sevinç ve neşenin
paylaşıldığı, duyurulduğu parantez içleridir. Toy ve düğün kelimelerinin
seçilmesi çok yerinde bu cihetten. Tek kişilik bir şenlik değil, ilan edilen ve
gönülden gönüle ilanla genişletilen bir sevinçtir bayramlar.
Bayramlar mutluluk
günleridir. Çocuklar bunu doyasıya yaşar, büyükler ise biraz çocuklaşır.
“Bayram” denince aklımızda neşeli, sevinçli hâllerin gelmesini sağlayan bu
zamanları daima heyecanla bekliyoruz. Bizler, toplumumuz ve Müslümanlar için
bayram vaktini nasıl tanımlarsınız?
Bayramların bende
uyandırdığı his, kıymetli şair Ahmet Murat’ın aslında Ramazan başlangıcı için
serdettiği “hilal göründü, kara göründü, kurtulduk/ilk orucuyla süsleniyor
kızım aynada/bir ümmet anlaşıyor ışık hızıyla” dizelerinin sevinci. Her iki
bayram da iki hicri ayın bitişi ve bir sonrakinin başlangıcı olan hilalin
görünmesiyle zuhur ediyor, malum. Ve hakikaten her iki bayramda da bir ümmet
ışık hızıyla -hilalin ışığıyla- müşterek bir sevinç duygusunda birbiriyle
musafahalaşıyor. Coğrafyadan da kültürden de bağımsız bir okyanus duygusudur
bayram sevinci. Bizleri kozmosun vatandaşı olma irtifasında eşitler, bağlar ve
donatıp süsler. Bilhassa onlarca yıldır acının, üzüntü, keder ve utancın
baskın, sevinçlerin ve kıvancın pek az olduğu bir dünyada, bayramların bize
suni teneffüs gibi can verdiği kanaatini taşıyorum. Biz yetişkinler, çocuklar
kadar şen olamasak da yekdil olabilme hissi huzur veriyor bir parça da olsa…
Çocukların ana sütü gibi hakkı ve ihtiyacı elbette sevinç, onların yüzü
ışıldayınca bizim de yüreğimiz aydınlanır.
Kurban Bayramı’nda Rabbimize
yakınlaşmak için kurban kesiyoruz. Kurban fiilî bir ibadet olmanın yanı sıra
manevi boyuta da sahip. “Allah’a yakınlaşmak” anlamına gelen kurban ibadeti
insanı nasıl etkiler? Kurban kesmenin kişi üzerindeki etkileri için ne söylemek
istersiniz?
Kurban Bayramı da bir
bayram. Kurban Bayramı’nın hikmetini, ondaki genişleme hâlini düşündüğümüzde,
bu bayramın aslında bir başka asli ibadetin unsuru olduğunu fark ediyoruz.
Tıpkı Ramazan Bayramı’nın, oruç ibadetinin bir süreği olması gibi, Kurban
Bayramı da sınırlarla ve meşakkatle ifa edilen hac ibadetinin sona erişinin
kutlamasıdır. İbadetimizi tamama erdirme nimetini bahşettiği için şükür,
sabrımızın mükâfatı olarak verilmiş bir ihsandır her iki dinî bayram da. Bu,
haccı bizzat ifa eden Müslümanların olduğu kadar, onların sevincinin paydaşı
olarak tüm İslam ailesinin de hakkıdır. Ancak şunu özellikle belirtme gereği
duyuyorum: Kurban Bayramı, kurban kesmek için kutlanan bir bayram değil;
paylaşma ve yakınlaşma duygusunu pekiştirmek için, bayram olduğu için kurban
kesilen bir zamandır. Buradaki yakınlaşma hâli, Allah-insan arasındaki
dolayımsız bir yol değil; Allah-insan arasındaki tecelli ile sirayet ederek
toplu hâlde yücelten bir hâl. Hac suresindeki “Onların etleri de kanları da
Allah’a asla ulaşmaz; fakat sizin takvanız O’na ulaşır.” (Hac, 22/37.) ayetini
böyle anlıyorum. Takva, insanlar arasındaki erdemi güçlendiren, yüce gönüllüğün
hasılası olan bir makam olduğuna göre, Allah’a ulaşan da bu yüksek erdem
bilinci olsa gerek. Bu da dayanışma ve yaşam/sevinç üretme yoğunluğuyla
alakalı. Batıl inançlar insan kurban etmek gibi korkunç bir geleneğin imha
edilmesi ve kurban edilen hayvanların etinin yenmemesi geleneğinin de bu yönde
değiştirilmesinin bu gayeye işaret ettiğine inanıyorum.
Kurbanın psikolojisiyle
ilgili okuduğum en güzel pasaj Ali Şeriati’nin Hac kitabından,
biraz uzunca olsa da onu paylaşmak isterim, “Kimdir İsmail’in? Kendin
bileceksin, başkalarının bilmelerine gerek yok. Karın olabilir, yeteneğin,
işin, cinsiyetin. Gücün rütben mevkiin vs. olabilir. Hangisi olduğunu
bilmiyorum fakat İsmail İbrahim’in yanında ne kadar sevgiliyse senin yanında da
o kadar sevgili olması gerekir! İsmail’in bazı göstergeleri, hürriyetini senden
alan ve görevlerini yapmana engel olan her şey, seni eğlendiren, gerçeği bilme
ve duymadan alıkoyan, sorumluluğu kabul etmekten çok seni özür aramaya iten her
şey ve yalnızca ileride desteğini almak için seni destekleyen herkestir. Onu
hayatında arayıp bulmalısın. Eğer Allah Teâla’ya yaklaşmak istiyorsan,
İsmail’ini Mina’da kurban etmelisin. İsmail yerine bir koyun kesmek kurbandır
fakat yalnızca kurban kesmek için, bir koyun kurban etmek kasaplıktır.”
Kurban Bayramı günleri
aynı zamanda hac ibadetinin eda edildiği vakittir. Her yıl milyonlarca Müslüman
hac ibadeti için Mekke’de bir araya geliyor. Mekâna bağlı bir ibadetin inanan
kişi üzerinde ne tür etkileri vardır? Hac ibadetinin psikolojik ve toplumsal
faydaları nelerdir?
Kâbe ve Mescid-i
Haram, İslam öncesinde de -belki iki bin yıldan fazla- Araplar için kutsal bir
mekândı. Hz. İbrahim’in soyunun bir köle kadın olan Hz. Hacer üzerinden Hz.
İsmail ile bu coğrafyada devam ettiğinin, o mekânın da Allah adına
kutsandığının işareti olarak bir ev yapmasının hikâyesidir haccın hikâyesi.
Haccın farizalarına bu kıssanın temsillerinin eklenmesi de hac ve İsmail,
kurban ve İsmail bağlantısının delilleri zannımca. Bu övünç, azim bir lider ve
peygamberin soyundan gelme gururu, bunun üzerinden Kâbe’nin sahibi ve hac
menasikinin organizatörü olma avantajı İslam öncesinde de Araplar arasında bir
gurur, nüfuz ve soyluluk emaresi oldu daima. Ayrıca dağınık ve düşman Arap
kabilelerinin yılda bir kez bir araya geldikleri, ticaret, diplomasi ve
edebiyat aracılığıyla kâh rekabet edip kâh dayanışma sergiledikleri bir selamet
zamanıydı da. Bu birlik psikolojisinin, onun İslam’a dâhil edildiği dönem
sonrasında da sürdüğü aşikâr. Bu nedenle hac bizi Hz. İbrahim’e bağlayan -hatta
rivayetlere göre Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın ilk evi kurduğu yer olarak Âdem
soyunun kökenine ilikleyen- bir ibadet. Haccın kalabalığı, yalnızca
Müslümanların değil, tüm insanlık âleminin bir temsili bu nedenle benim için.
Diğer açıdan mahşere benzetilmesi de bu inancımı güçlendiriyor.