02 Temmuz 2025, Çarşamba

KEMAL SAYAR İLE SÖYLEŞİ

Sezai Karakoç’un “İnsanlar nasıl zaman zaman ziyafetler veriyor, şölenler düzenliyorsa, bayram ve kandillerde, ruhun ziyafet günü, ruhumuzun şöleni oluyor. Bayram, ruhun toyu, ruhun düğünü demek.” şeklinde tarif ettiği bayramı siz nasıl tarif ederdiniz?

Bu “bayram” nosyonunu yitirmemek önemli. Ramazan Bayramı’nda daha belirgin bir karşıtlık olduğu için oruç pratiği ve bayram kutlaması arasında, bayramın aslında Batılı jargondaki tanımına yakın, bir nevi “şenlik” olduğu daha barizdir. Olağan gündelik yaşamın dert ve sorumluluklarının askıya alındığı, zamandaki bir geçiş kapısı gibidir bayramlar bu anlamda; onca sıkıntı ve zorluk sonrasındaki bir genişleme, kabzdan sonraki bast hâli misalidir. Bir şenliktir, sevinç ve neşenin paylaşıldığı, duyurulduğu parantez içleridir. Toy ve düğün kelimelerinin seçilmesi çok yerinde bu cihetten. Tek kişilik bir şenlik değil, ilan edilen ve gönülden gönüle ilanla genişletilen bir sevinçtir bayramlar.

Bayramlar mutluluk günleridir. Çocuklar bunu doyasıya yaşar, büyükler ise biraz çocuklaşır. “Bayram” denince aklımızda neşeli, sevinçli hâllerin gelmesini sağlayan bu zamanları daima heyecanla bekliyoruz. Bizler, toplumumuz ve Müslümanlar için bayram vaktini nasıl tanımlarsınız?

Bayramların bende uyandırdığı his, kıymetli şair Ahmet Murat’ın aslında Ramazan başlangıcı için serdettiği “hilal göründü, kara göründü, kurtulduk/ilk orucuyla süsleniyor kızım aynada/bir ümmet anlaşıyor ışık hızıyla” dizelerinin sevinci. Her iki bayram da iki hicri ayın bitişi ve bir sonrakinin başlangıcı olan hilalin görünmesiyle zuhur ediyor, malum. Ve hakikaten her iki bayramda da bir ümmet ışık hızıyla -hilalin ışığıyla- müşterek bir sevinç duygusunda birbiriyle musafahalaşıyor. Coğrafyadan da kültürden de bağımsız bir okyanus duygusudur bayram sevinci. Bizleri kozmosun vatandaşı olma irtifasında eşitler, bağlar ve donatıp süsler. Bilhassa onlarca yıldır acının, üzüntü, keder ve utancın baskın, sevinçlerin ve kıvancın pek az olduğu bir dünyada, bayramların bize suni teneffüs gibi can verdiği kanaatini taşıyorum. Biz yetişkinler, çocuklar kadar şen olamasak da yekdil olabilme hissi huzur veriyor bir parça da olsa… Çocukların ana sütü gibi hakkı ve ihtiyacı elbette sevinç, onların yüzü ışıldayınca bizim de yüreğimiz aydınlanır.

Kurban Bayramı’nda Rabbimize yakınlaşmak için kurban kesiyoruz. Kurban fiilî bir ibadet olmanın yanı sıra manevi boyuta da sahip. “Allah’a yakınlaşmak” anlamına gelen kurban ibadeti insanı nasıl etkiler? Kurban kesmenin kişi üzerindeki etkileri için ne söylemek istersiniz?

Kurban Bayramı da bir bayram. Kurban Bayramı’nın hikmetini, ondaki genişleme hâlini düşündüğümüzde, bu bayramın aslında bir başka asli ibadetin unsuru olduğunu fark ediyoruz. Tıpkı Ramazan Bayramı’nın, oruç ibadetinin bir süreği olması gibi, Kurban Bayramı da sınırlarla ve meşakkatle ifa edilen hac ibadetinin sona erişinin kutlamasıdır. İbadetimizi tamama erdirme nimetini bahşettiği için şükür, sabrımızın mükâfatı olarak verilmiş bir ihsandır her iki dinî bayram da. Bu, haccı bizzat ifa eden Müslümanların olduğu kadar, onların sevincinin paydaşı olarak tüm İslam ailesinin de hakkıdır. Ancak şunu özellikle belirtme gereği duyuyorum: Kurban Bayramı, kurban kesmek için kutlanan bir bayram değil; paylaşma ve yakınlaşma duygusunu pekiştirmek için, bayram olduğu için kurban kesilen bir zamandır. Buradaki yakınlaşma hâli, Allah-insan arasındaki dolayımsız bir yol değil; Allah-insan arasındaki tecelli ile sirayet ederek toplu hâlde yücelten bir hâl. Hac suresindeki “Onların etleri de kanları da Allah’a asla ulaşmaz; fakat sizin takvanız O’na ulaşır.” (Hac, 22/37.) ayetini böyle anlıyorum. Takva, insanlar arasındaki erdemi güçlendiren, yüce gönüllüğün hasılası olan bir makam olduğuna göre, Allah’a ulaşan da bu yüksek erdem bilinci olsa gerek. Bu da dayanışma ve yaşam/sevinç üretme yoğunluğuyla alakalı. Batıl inançlar insan kurban etmek gibi korkunç bir geleneğin imha edilmesi ve kurban edilen hayvanların etinin yenmemesi geleneğinin de bu yönde değiştirilmesinin bu gayeye işaret ettiğine inanıyorum.

Kurbanın psikolojisiyle ilgili okuduğum en güzel pasaj Ali Şeriati’nin Hac kitabından, biraz uzunca olsa da onu paylaşmak isterim, “Kimdir İsmail’in? Kendin bileceksin, başkalarının bilmelerine gerek yok. Karın olabilir, yeteneğin, işin, cinsiyetin. Gücün rütben mevkiin vs. olabilir. Hangisi olduğunu bilmiyorum fakat İsmail İbrahim’in yanında ne kadar sevgiliyse senin yanında da o kadar sevgili olması gerekir! İsmail’in bazı göstergeleri, hürriyetini senden alan ve görevlerini yapmana engel olan her şey, seni eğlendiren, gerçeği bilme ve duymadan alıkoyan, sorumluluğu kabul etmekten çok seni özür aramaya iten her şey ve yalnızca ileride desteğini almak için seni destekleyen herkestir. Onu hayatında arayıp bulmalısın. Eğer Allah Teâla’ya yaklaşmak istiyorsan, İsmail’ini Mina’da kurban etmelisin. İsmail yerine bir koyun kesmek kurbandır fakat yalnızca kurban kesmek için, bir koyun kurban etmek kasaplıktır.”

Kurban Bayramı günleri aynı zamanda hac ibadetinin eda edildiği vakittir. Her yıl milyonlarca Müslüman hac ibadeti için Mekke’de bir araya geliyor. Mekâna bağlı bir ibadetin inanan kişi üzerinde ne tür etkileri vardır? Hac ibadetinin psikolojik ve toplumsal faydaları nelerdir?

Kâbe ve Mescid-i Haram, İslam öncesinde de -belki iki bin yıldan fazla- Araplar için kutsal bir mekândı. Hz. İbrahim’in soyunun bir köle kadın olan Hz. Hacer üzerinden Hz. İsmail ile bu coğrafyada devam ettiğinin, o mekânın da Allah adına kutsandığının işareti olarak bir ev yapmasının hikâyesidir haccın hikâyesi. Haccın farizalarına bu kıssanın temsillerinin eklenmesi de hac ve İsmail, kurban ve İsmail bağlantısının delilleri zannımca. Bu övünç, azim bir lider ve peygamberin soyundan gelme gururu, bunun üzerinden Kâbe’nin sahibi ve hac menasikinin organizatörü olma avantajı İslam öncesinde de Araplar arasında bir gurur, nüfuz ve soyluluk emaresi oldu daima. Ayrıca dağınık ve düşman Arap kabilelerinin yılda bir kez bir araya geldikleri, ticaret, diplomasi ve edebiyat aracılığıyla kâh rekabet edip kâh dayanışma sergiledikleri bir selamet zamanıydı da. Bu birlik psikolojisinin, onun İslam’a dâhil edildiği dönem sonrasında da sürdüğü aşikâr. Bu nedenle hac bizi Hz. İbrahim’e bağlayan -hatta rivayetlere göre Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın ilk evi kurduğu yer olarak Âdem soyunun kökenine ilikleyen- bir ibadet. Haccın kalabalığı, yalnızca Müslümanların değil, tüm insanlık âleminin bir temsili bu nedenle benim için. Diğer açıdan mahşere benzetilmesi de bu inancımı güçlendiriyor.

 

Kemal SAYAR
Kemal SAYAR

Yazar hakkında bilgi bulunmamaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları