02 Temmuz 2025, Çarşamba

Prof. Dr. GÜRBÜZ DENİZ İLE SÖYLEŞİ

İnsanın anlam arayışının kendi varlığını anlamlandırması ile başladığını ve âlemi de ancak böyle okuyabileceğini söylüyorsunuz. Bugün modern çağın insanı bu anlam arayışında ne kadar yol katetti? Bizlere bir çerçeve çizebilir misiniz?

Kâinat ve özelde insanın yaratılışı, insanın iradesiyle olmadığı hâlde insanın yeryüzü serüveni başladı ve devam etmektedir. Serüveni anlamlandırmak her aklı başındaki insanın hayatının hedefidir. Bu arayışta insanı mutlu kılacak ve var olan her yeteneğini anlamlandıracak sistem veya inançların tekliflerini bulmaya çalışmak insanın kendi hayrı için zorunlu görünmektedir.

İslam anlayışına göre kâinat yaratıldığında insan henüz yoktu. İnsanın yaratılmasıyla kâinat mana ve değer kazanmaya başladı. Çünkü âlemde her şey insan için var kılınmıştı. Bu sebeple insandan bahsetmek, aynı zamanda kâinattan, insanın kendisiyle ve diğer varlıklarla olan ilişkisinden bahsetmek demektir. Bilinmektedir ki kâinat, insanın sınanması için yaratılmıştır. Yeryüzünde hayat başlatılırken, melek-insan, Âdem-İblis konum sahnesine çağırılarak insanın önemi, üstünlüğü ve zaafları vurgulanmıştı.

Dün olduğu gibi bugün de bu arayışlar devam etmektedir. Kanaatimizce insanı bütünsel olarak anlamlandıran İslam’ın hayat teklifleridir. Ancak başka dinler, ideolojiler ve dünya görüşleri de bu anlamlandırmaya kendi inanç ve anlayışları bağlamında devam etmektedirler. Bununla beraber bu anlamlandırmalar eşliğinde insanın kâinatı kendi yetenekleri bağlamında ne kadar tanımlayıp anlamlı kıldığı sorusu sorulmalıdır.

Görülmektedir ki dünyada tek taraflılığın sonucu olarak dengesizlikler hüküm sürdürmektedir. Bu da egemen olan ideoloji, din ve dünya görüşlerinin varlığı, özelde insanı tam ve dengeli anlamlandırmadıkları manasına gelmektedir. Hakkın, hukukun ve neticede adaletin kaynağı her varlığa hak ettiği kadar hakkını vermektir. Tek taraflılık adaletin egemenliğini, fırsat eşitsizliği ise insanların arzu ve isteklerine cevap vermediğinden ya da yalnızca bir kesime bu hakkı tanıdığından dolayı yeryüzü çatışmaların ve bitmez tükenmez arzuların hedefi hâline gelmiştir. Özellikle materyalizm insanı anlamlı kılamadığı gibi onu tatmin de edememektedir.

Bugün bu hakları Müslümanlar olarak kendi lehimize hiç görememekteyiz. O zaman Müslümanların dünyada hak ve hukukun egemenliği için daha fazla çalışmaları zaruret hâline gelmiştir. Tekil manada tabii ki dünyada iyilikler var, ancak tümel manada baktığımızda bir taraf -her anlamda- her şeye sahipken diğer taraf zaruri ihtiyaçlarını giderecek imkâna bile sahip değildir. O zaman kim egemense onun dünya görüşü, ideolojisi ve ne yazık ki dini dünyaya mutluluk bahşedemiyor. Bu meselelerde her şeyi konuşmaktan ziyade genel görünümü değerlendirmek birçok şeyi anlamamız için yeterlidir. Neticede modern dünya kendi bağlamında ve kendisi için çok şeyler üretse de diğeri/öteki için bir pay alma imkânı bırakmamaktadır. 

Allah’ın bizlere lütfettiği bayramların şefkat, merhamet ve yardımlaşma gibi değerlerin toplumda daha görünür olduğu zamanlar olduğunu söyleyebiliriz. İnsanı insan yapan bu erdemlerden hareketle insanın kimlik inşası ve toplum bilincinin oluşmasında bayramların katkısı sizce nedir?

Allah Rahman’dır ve Rahman, rahmeti var kıldı/yarattı. Biz insanların da bu rahmetten, yani varlıktan bahusus da insan doğasından merhameti çıkarıp hem kendimizin hem de bütün insanların hizmetine sunmamız zaruret hâline gelmiştir. Allah’ın bize nimet olarak verdiklerini/varlığı şefkat, merhamet ve yardımlaşmaya dönüştürecek olan elbette Allah’ın şerefli kullarının görevidir. Herkese ve her şeye hakkını vermek, yeryüzünde adaletin egemenliği için lüzumludur. Böyle bir durum hem bizlerin görevlerini yerine getirdiği hem de mazlumların kimlik ve şahsiyetlerinin korunduğu anlamına gelmektedir. Esas olan Müslümanın kimseye muhtaç olmadan gerek kendisinin gerekse mazlumların hayatına katkı vermesidir. Yüce Allah, Kelam-ı Kadim’inde şerefli mazlumların şahsiyetlerini korumak için istemekten çekindiklerini, şerefli müminlerin basiretlerinin ise onları anlamaları gerektiğinden bahseder. Mihnet içinde verilen ve alınan merhamet, şefkat ve yardımlaşma anlamlı değildir. Elhamdülillah, arızalarına rağmen Müslümanlar dün olduğu gibi bugün de bu şereflerini korumaktadırlar. Sağ elin verdiğini sol el hissetmemelidir ki hem verenin hem de alanın kimliği fesada uğramasın. Bu sebeple merhamet, şefkat ve yardımlaşma asla tekebbüre, gösterişe dönüşmemeli. Eğer dönüşüyorsa böyle bir iyilikten ne iyiliği yapan ne de ondan faydalanan hayır görür.

Cenab-ı Hak, Peygamber Efendimiz’in şahsında müminlerin aklında, gönlünde ve hayatlarında yaşama pratiği inşa etmiştir. Bu örneklikte Arafat vakfesiyle taçlanan hac ve kurban ibadetlerinden bizim hissemize düşen nedir?

Arafat bilerek bir müminin duruş (vakfe) sergilemesidir. Orada Müslümanın bütün fazlalıklarından hem zahirî hem de batınî olarak soyutlanıp/arınıp kendisini hesaba çekmesi ve derin tefekkürüyle ölümü düşünüp Rabbine rucuu/dönüşü bu dünyada gerçekleştirmesidir. Hz. Peygamber, imanıyla kendine yeten ve müminlere üsve-i hasene (en güzel örnek) olacak bir hayat ortaya koyan büyük bir kimliğin, kişiliğin adıdır. O; ceddi, Hz. Âdem ve Hz. İbrahim’in yolunu devamdaydı. Orada tevhidi, teslimiyeti ve yeniden imar etmeyi kurbanla berdevam ettirdi. Biz müminler de onun yolunda bu ibadeti hem Allah’a kurbiyet (kurban) kesbetmek hem de Müslümanların ihtiyaçlarını gidermek için sürdürmeyi kendimize ibadet bilmeliyiz. Ancak ibadet yalnızca Allah’a olduğundan sahip olduklarımızın en güzelini, en güzel şekilde sunmamız ahlakiliğimizin gereğidir. Aksi hâlde dinî samimiyet iddiamız pek bir işe yaramaz.

Anadolu’da İslam medeniyetinin geçmişten günümüze yeşertildiği ve yaşatıldığı topraklarda doğup büyümüşsünüz. Erzurum’un bayram gelenekleri ve kültüründen bize biraz bahsedebilir misiz?

Elbette Erzurum, tarihî varoluşunda İslam’la şereflenen ilk şehirlerimizden biridir. Orada büyümek, kimlik ve kişiliğimiz üzerinde pek çok etki bırakmıştır. Ancak bizler, küresel çağın insanları olarak fazlaca bize özgü olanları koruyabilmiş değiliz. Hepimiz görsel ve yazın medya aracılığı ile tek tipleşmiş insanlarız. Bu durum bayram kültürümüzü de etkilemiştir. Küreselleşmenin yanında apartman hayatı da bizi bireyciliğe mahkûm etmiştir.

Erzurum’da bayram, benim muhayyilemde düğün ile neredeyse aynı çağrışımları yapmaktadır. Erzurum’da arife günü her evden “arafelik” almak/toplamak, çocukların coşkusunu bir gün önceden bayram heyecanına ortak kılmaktır. Evin her tarafının temizlenmesi olmazsa olmazıdır hanelerimizin. Çünkü “Temizlik imanın yarısıdır.” Bayram günü sabah namazı, bayram namazı ve nihayetinde kurban kesmek bir heyecan ve hoş bir koşturmanın adıdır. Kurban etinden en az yedi komşuya vermek Erzurum’un farzlarından/gerekliliklerindendir. Sonra bayram ve mezar ziyaretleri hem ölümü hatırlamak hem dostlarla dostluğu pekiştirmek içindir. Erzurum’da bir komşuya bayram ziyaretine gitmişseniz o komşu da aynı bayram sürecinde sizi ziyaret etmezse çok ayıp olur. Bugün bunların ne kadarı güncelliğini koruyor, birazcık meçhul!

Bayramın nasıl olması gerektiğini iyi anlatan Erzurumlu ariflerimizden Alvarlı Efe’nin bazı mısralarıyla cevap vermek bana (Erzurum aksanıyla) “hooşş celer”.


Can bula cananını,
Bayram o bayram ola
Kul bula sultanını,
Bayram o bayram ola

Hüzn-ü keder def ola
Dilde hicâb ref ola
Cümle günah aff ola
Bayram o bayram ola.

Mevlâ bizi af ede
Gör ne güzel ‘ıyd ola
Cürm ü hatâlar gide
Bayram o bayram ola.

El tuta kitâbını
Dil tuta hitâbını
Cân tuta şitâbını
Bayram o bayram ola

Mevla’yı cândan seven
Rızâ-yı Hakk’a eren
Lutf-i Hudâ’ya güven
Bayram o bayram ola.

Tevhîd ede zevk ile
Hakk’ı seve şevk ile
Tasdîk inerse dile
Bayram o bayram ola

Lutfî’ye lutf u kerem
Dâhil-i bâb-ı harem
Daima Allah direm
Bayram o bayram ola

Ömründe pek çok bayram yaşamış çok değerli bir ilim insanı olarak yaşadığınız nice bayram hatıraları vardır zihninizde. Bunlar içerisinde sizi etkileyen bir hatıranızı dinlemek isteriz.

Elbette. Çocukluğumun bayramlarından kalan bir hatıramı, şimdilerde pek şahit olmadığımız bir duyarlılığı zikredeyim. Biz çocukken kurbanlıklar bir gelin gibi hazırlanır, yani süslenirdi. Renkli kurdeleler boyunlarına bağlanır, üzerlerine kınayla şekiller çizilir, sözler yazılırdı. Bunların en önemlisi, kurban edilecek kurban, tam kurban edileceği yere getirilirken gözleri yumuşak bir tülbentle bağlanır, kendinden önce ve sonra kurban edilecek hayvanı görüp üzülmesin, yine bıçağı görüp korkuya kapılmasın diye. Bunlar yapıldıktan sonra kurban sahibi iki rekât namaz kılar ve bir de kurbanının kulağına sessizce “Seninle ötelerde buluşacağız. Allah yolunu açık etsin.” gibi bir şeyler söylerdi. Bugün de bu hassasiyeti gösterenler elbette vardır. Ama her müminin bu hassasiyette olması önemli. Çünkü bizim akaidimize göre her var olanın hissedişi, şuuru vardır. O zaman her varlığa nazik davranmak zorundayız onu kurban etsek bile!

Selam, huzur ve bereket diliyorum cümle Müslümanlara, bayramımız mübarek, ömrümüz bereketli olsun.

 

Prof. Dr. Gürbüz DENİZ
Prof. Dr. Gürbüz DENİZ

Yazar hakkında bilgi bulunmamaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları