“İnsanın Allah’ın iradesi karşısında bütün varlığından, benliğinden, sahip olduğu dünyalıklarından, her şeyden vazgeçebileceğini göstermesinin sembolüdür kurban. Et yemektir, fakir fukaraya yardım etmektir, dayanışmadır evet bunlar kurbanın ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci yararları ya da mesajları olabilir ama kurbanın asıl mesajı şudur: “Ey Âlemlerin Rabbi, ben senin rızanı kazanmak için en değerli olan varlığımdan, en çok sevdiğimden gözümü kırpmadan vazgeçmeyi göze alıyorum, vazgeçme kararl
Kıymetli Hocam, bize biraz İslam’daki kurban ibadetinden bahsedebilir misiniz? Kur’an’da bu ibadete nasıl yaklaşılmış? Rabbimizin kurban ibadeti noktasında nasıl emirleri var?
Evet, malumunuz kurban ibadetini anlayabilmek için Hz. İbrahim’in yaşadığı döneme ve Hz. İbrahim’in hayatına gitmek lazım. Bugünkü uygulanan şekliyle kurban ibadeti, kurban âdeti, kurban sünneti, kurban vacibi ne derseniz deyin Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban etme niyetinden sonra uygulanmaya başlanmıştır.
Kur’an-ı Kerim bunu şöyle anlatır: “Yavrucuğum rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm. Düşün bakalım sen bu işe ne dersin.” Küçük İsmail babasının bu sorusuna enteresan bir cevap verir ki aslında kurbanın asıl mesajı herhâlde bu olsa gerektir. Der ki “Babacığım emrolunduğun şeyi yap beni sabredenlerden bulacaksın.” (Sâffât, 37/102.) Burada ayetin devamında gelen ayet-i kerimeler hem İbrahim’in (a.s.) hem de küçük İsmail’in teslimiyetini takdir eder niteliktedir.
Ayette geçen “Her ikiside ilahi buyruğa teslim olup da babası (İbrahim) oğlunu (İsmail’i) yere yatırınca” (Sâffât, 37/103.) ifadelerinden Hz. İbrahim’in kesin bir kararlılıkla kurban etmek üzere oğlunu yere yatırdığı anlaşılıyor. Ben yatıracağım, daha sonra Allah müsaade etmeyecek, onun yerine bir kurbanlık gönderecek şeklinde bir bilgisi yok. Buradan anlıyoruz ki kurbanın asıl mesajı teslimiyettir.
İnsanın Allah’ın iradesi karşısında bütün varlığından, benliğinden, sahip olduğu dünyalıklarından, her şeyden vazgeçebileceğini göstermesinin sembolüdür kurban. Et yemektir, fakir fukaraya yardım etmektir, dayanışmadır evet bunlar kurbanın ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci yararları ya da mesajları olabilir ama kurbanın asıl mesajı şudur: “Ey Âlemlerin Rabbi ben senin rızanı kazanmak için en değerli olan varlığımdan, en çok sevdiğimden gözümü kırpmadan vazgeçmeyi göze alıyorum, vazgeçme kararlılığındayım.” Sonra ilgili ayetler şöyle devam ediyor: “Ey İbrahim diye ona seslendik. Tamam rüyanı gerçekleştirmiş oldun biz iyileri böyle ödüllendiririz. Bu kesinlikle apaçık bir imtihandı. Ve biz oğlunun canına bedel olarak iri bir kurbanlık verdik.” (Sâffât, 37/104-107.) İsmail’in kesilmekten kurtulup teslimiyetleri karşısında İbrahim ailesinin ödüllendirilmesi, onlara büyük bir kurbanlığın hediye verilmesi bir ibadettir, bir şiardır ki Kur’an’ı Kerim’de şiar kelimesi geçer. Şiar kelimesinin geçtiği yerler kurban ile alakalıdır biliyor musunuz? Allah “Her kim Allah’ın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasındandır.” diye buyurur. (Hac, 22/32) Ayet-i kerimede Allah şiarlara, sembollere saygı gösterilmesi gerektiğini ifade buyurur.
Hocam, kurbanın mesajını çok güzel ifade ettiniz, bir de sizden haccın mesajlarını dinlemek istiyoruz. Çünkü milyonlarca Müslüman şimdi Mekke’de hac ibadetini eda etmek için belli bir mekânda toplanacaklar. Bununla Rabbimiz bize nasıl mesajlar veriyor?
Malum kurban ve hac günlerinin aynı olması, iki ibadetin iç içe geçmiş ibadetler olduğunu gösteriyor. Hac, aslında insan için kıyam, ayağa kalkma vesilesidir. Cenab-ı Hak çok ilginç bi şekilde Mâide suresi 97. ayet-i kerimede “Allah Kâbe’yi,Beyt-i Haram’ı, boyunları bağsız ve bağlı kurbanlıkları insanlar maddi ve manevi hayatları için destek kıldı.” diye buyurur. Aslında hac diriliştir, ayağa kalkıştır. Hac ölmek üzere olan manevi hayatımızı yeniden ihya etmektir. Hac, dünyanın bastırdığı, örttüğü, kapadığı kalbimizi yeniden tazelemek suretiyle imanımızı, ahdimizi kendimizi dünyanın esaretinden kurtarmak manevi yolculuğa çıkmak fırsatı verir bize. Dolayısıyla haccı konuşmak için, ihramı, telbiyeyiyi, tavafı, arafatı, sayi konuşmak gerekir ayrı ayrı. Yani Kur’an-ı Kerim’in anlattığı şekilde bu mesajlar üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Ben acizane şunu sıklıkla hac seminerlerinde de ifade etmeye çalışıyorum. Hac yolculuğuna çıkmadan önce yapılması gereken üç temel şey var: Bunlardan biri bilinçlenmedir. Yani haccı neden yaptığımızı bilerek hacca gitmektir. Eğer ibadetler bilinçle yapılmazsa sıradanlaşır, âdet hâline dönüşür ve insanda yapması gereken tensibi, göstermesi gereken değişimi göstermez. Mesela Allah Kur’an-ı Kerim’de namazın insanın ahlakını güzelleştirici özelliğinden bahseder, Ankebût suresi 45. ayet-i kerimede. “Kitaptan sana vahyedileni oku, namazı kıl, çünkü namaz insanı hayasızlıklardan, kötülüklerden alıkoyar.” buyurur. Zekâtla ilgili ayette de “Onların mallarından zekât al ki arındırsın ve temizlesin.” buyurur.” Bakara suresi 197. ayette de Rabbimiz şöyle buyurur: “Hac bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur.” İlgili ayetten anlıyoruz ki hac günleri aslında bir eğitimdir. Dolayısıyla neyi neden yaptığımızı, neden iki parça beze büründüğümüzü, neden Beytullah’ın etrafında döndüğümüzü, neden Safa ile Merve arasında koştuğumuzu, neden Arafat’ta sıcağın altında durduğumuzu bilmeden hacca giden insan bize atalarımızın şu sözünü hatırlatır: “Kişi hacı olamaz gitmekle Mekke’ye, eşek derviş olamaz taş çekmekle tekkeye!”
Kıymetli Hocam bayramlar, malumunuz olduğu üzere eşin, dostun, akrabanın, aile fertlerinin bir araya geldiği bir ülfet, bir kaynaşma mevsimi, dayanışma, yardımlaşma, gönül alma zamanı. Bize biraz bu bayramların birleştirici yönünden bahsedebilir misiniz?
Kurbanın temel mesajı anlaşıldıktan sonra yani teslimiyet, fedakârlık, vazgeçmek, vazgeçebildikçe Rabbine yaklaşmak kavranılınca kurbanın vermesi gereken mesaj verilmiş olur ki bunun biri paylaşmaksa bir diğeri de kaynaşmaktır. Yani toplumsal olarak bir araya gelmek, küskünlükleri, dargınlıkları ortadan kaldırmak ve gerçekten bayram etmektir. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ A’râf suresi 43. ayette cennettekileri anlatırken enteresan bir ifade kullanır. “Kalplerinde olan kini çıkardık.” der. Yani cennete girmek isteyen insanın aslında kalbini arındırması gerektiğine dair bir mesaj verir Cenab-ı Hak. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Sizden öncekilere sirayet eden iki hastalık size de sirayet etti. Bunlardan bir tanesi haset, biri de kin tutmaktır. Öfke ve kini kalpte tutmaktır.” (Süyutî, el- Cami’u’s-sağir - 4170) buyurur ve arkasından “Dikkat edin bu ikisi usturanın saçı kazıdığı gibi dininizi kökünden kazır.” buyurur. Dolayısıyla bayram günleri barışmak için en güzel fırsatlarından biridir. Hemen barışmak lazım. Neden hemen barışmak lazım? Kabule layık ameller bir perdeye bir engele takılır, bekleme odasına geçer. Bu bekleme odasından geçip de Allah’ın huzuruna kabul edilmiş olarak çıkmanın yolu barışmaktır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Allah’ın, akrabasıyla bağını kesmiş olanların amellerini kabul etmeyeceğini buyurur. Dolayısıyla bu dayanışmayı, barışmayı bayram günlerini fırsat bilip mutlaka gerçekleştirmek gerekir. Başka bir şey için yani bu kadar büyük müjde verilebilir mi? Allah mahşer meydanında şöyle seslenecek diyor Efendimiz (s.a.s.): “Nerede benim için birbirini sevenler nerede, sadece menfaat beklentisi olmaksızın benim için birbirini sevmiş olanlar, hiçbir gölgenin bulunmadığı bugünde arşımın gölgesinde gölgelendireceğim onları. (Buhari, “Ezan”, 36; “Zekât”, 16; “Rikak”, 24; Müslim, “Zekât”, 30; Tirmizî, “Zühd”, 53.)
Muhteşem bir şeydir bu, eğer tartışması, kırgınlığı, küskünlüğü özellikle beşerî sebeplerden, dünyevi sebeplerden bu tür yükleri olan varsa ki yük, elde tuttukça artık eli neredeyse kangren hâline getirir. Yüklerden kurtulmak lazım. Yani kin yükünün, kalpte taşınıp da kalbi karartmasına fırsat vermemek lazım. Bayram bunlar için muhteşem bir fırsattır. Şu hadis-i şerifi bir müjde sadedinde, Bayram Gazetesi vesilesiyle kıymetli okuyucularımızla paylaşmak isterim: Peygamber Efemdimiz (s.a.s.) buyurur ki: “Allah’ın birtakım kulları var; peygamber değiller, şehit de değiller ama kıyamet günü Allah onlara öyle bir makam verir ki peygamberler ve şehitler onlara gıpta ederler.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 170) Bu gıptayı şaşırırlar, hayret ederler şeklinde anlıyoruz. Soruyor sahabe-i kiram: “Bize haber verir misin ya Resûlallah, kim onlar, peygamber ve şehit olmadıkları hâlde peygamberlerin ve şehitlerin şaşıracağı, gıpta edeceği insanlar?” Efendimiz bir tarif yapıyor. Bayram günlerinde bu söyleşiyi okuyan bütün kıymetli dostlarımızın âmin demesini, Rabbimizin bu tarifin içerisinde kalan müminlerden olmayı bize nasip etmesini temenni ediyor, Efendimiz’in (s.a.s.) mübarek dudaklarından bize ulaşan tarifi, arz ediyorum: “Onlar aralarında bir akrabalık bağı olmasa bile, aralarında bir mal, bir ticaret ilişkisi olmasa bile, Allah rızası için birbirlerini sevenlerdir.” Şimdi bunu biraz açalım: Onlar aralarında akrabalık bağı olmasa, aynı aşiretten olmasa, aynı ırktan olmasa, aynı renkten olmasa, aynı milletten olmasa, aynı siyasi partiden olmasa, aynı sendikanın üyesi olmasa, aynı tarikatın müntesibi olmasa, aynı cemaatin mensubu olmasa, aynı şehrin yaşayanı, sakini olmasa, aynı takımın taraftarı olmasa bile, aralarında bir ticari ilişki, bir menfaat, bir alışveriş ilişkisi olmasa bile sadece Allah rızası için birbirlerini sevmeyi başaranlar… Efendimiz “Vallahi onların yüzü nurdur ve vallahi onlar nur üzeredirler.” buyuruyor. Arkasından da muhteşem bir müjde olan ayet-i kerimeyi okuyor: “Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 10/62.)
Hocam bayramlar söz konusu olduğu zaman çok klişe bir cümle var, “Nerede o eski bayramlar?” diyoruz. Sizce de o eski bayramlar, eskilerde mi kaldı ne dersiniz?
Yok, ben öyle düşünmüyorum. Biz aslında çocukluğumuzu özlüyoruz. Yani biz eskiyi özlerken çocuksu hâllerimizi özlüyoruz çoğu zaman. Şunun da etkisini tabii gözden ırak tutmamak lazım, eski bayramlar özlem duyduğumuz eski bayramlar daha çok köy, mahalle ve daha samimi ortamlardaki eski bayramlardı. Köylerde yine bayramlar yaşanıyor, yine insanlar sofralarını birbirlerine açıyorlar, yine insanlar birbirlerine gidiyorlar. İnsanlar tek bir ailenin fertleriymiş gibi bayramı kutluyorlar hamdolsun. Şehirleştikçe, kalabalıklaştıkça, köyleri, müstakil evleri, bahçeli evleri bırakıp da tek bir binada, elli, altmış, yetmiş, yüz dairenin yaşadığı, âdeta bir köyden fazla insanın bir apartmana sıkıştığı iskân şeklinden dolayı, şehirleşmeden kaynaklı şartlarımızdan dolayı biz eski bayramları özlüyoruz. Yoksa çocuklar yine o heyecanla yaşıyorlar. “Eski bayramlar nerede?” deyip de bayramın sevincini gölgelememek gerekir. Apartmanda kapımızı çalıp elinde poşetle şeker toplayan çocuklara şeker vermek, yüzlerini güldürmek gerekir. Küçük çocuğu olan dostlarımızın çocuklarını, hadi gidin şeker toplayın, diye komşulara göndermesi gerekir. Çocukları sadece korkutmakla; aman dışarı çıkma, parka gitme köpek ısırır, komşuya gitme başına kim bilir ne gelir, şeklindeki ifadelerle bayram sevincinden mahrum etmemeliyiz. Birazcık ferah olmak lazım. Birazcık daha o değerleri yaşatmak için çaba göstermek lazım. O bizim çabamızla doğru orantılıdır. Bayramlar yine bayram. Bayramı kutlayacak insanlar değişmiş olabilir. İnsan bayrama sahip çıktığı oranda, sevinç de neşe de hem evine hem çevresine gelecektir yeniden.
İnşallah Hocam. Siz çok değerli bir ilim insanı olarak hayatınızda nice bayramlar yaşadınız, acı tatlı hatıralarla dolu pek çok bayram geçirdiniz. Bunlar içerisinde sizi etkileyen bir hatırınızı dinlemek isteriz.
Evet şimdi zor bir soru. Bayram denilince, Kurban Bayramı deyince özellikle benim aklıma çocukluk yıllarım gelir. Mahallemizde kesilen hayvanların böbrekleri pişirilirdi. Biz ona “gutçik” derdik. Sizde de denilir mi bilmiyorum. Ne demekse “gutçik”, herhâlde mahalli bir şey. O zaman çok tatlı gelirdi bana. Ama şimdi yiyemiyorum. Hemen mahallenin birazcık dışına çıkardık. Taşların dibine ateşleri yakardık. O hayvanların etlerini pişirmeye çalışırdık. Çoğu zaman etler toprağa, kuma karışırdı biz yerken, çıtır çıtır birazı et, birazı kum. Böyle kurban günlerini hatırlıyorum.
Hayvanları, mesela özellikle koçları, güzel değişik renkte boyalarla boyardı büyüklerimiz. Kesileceği mekâna götürürken sevgiyle götürürlerdi. Âdeta bir dostuyla bir arkadaşıyla beraber gidiyormuş gibi götürürlerdi. Yere yatırırlar, gözlerini özenle bağlarlar, tekbirler getirerek, büyük bir ibadet vecdi ile hayvanları keserlerdi. Şimdi kalabalıkların da artmasıyla beraber bu güzellikleri bazen ihmal ettiğimiz oluyor. Ben en çok o boynuzlarına süslü süslü bezler bağlanıp kurbanlık hayvanları hazırlanmasını hatırlıyorum. Siz sorar sormaz çocukluk anılarımdan aklımda kurban değil de bunlar canlandı.
Hocam biliyorsunuz İslam dünyası olarak buruk bir bayrama giriyoruz. Gazze’de bir soykırımla karşı karşıya Müslüman kardeşlerimiz, biraz da bu konu hakkındaki hissiyatınızı, düşüncelerinizi dinlemek isteriz.
İki soru sormak gerekiyor, Gazze olaylarına bakarken evinin önünde oynarken üzerine bomba yağan çocuğun yerinde mi yoksa üzerine bomba yağdıran uçağın pilotunun yerinde mi olmak istersiniz, diye. Tereddütsüz ve kesin olarak ben aşağıda oynayıp üzerine bomba yağan çocuğun yerinde olmak isterim. Bu çocuklara biz, Rabbimizin bakın dediği gibi bakıyoruz, bu ruhunu teslim eden çocuklar elbette cennete uçuyorlar. Hem de Habib-i Neccar Hadisesi’nde olduğu gibi ruhunu teslim eder etmez “Hemen cennete gir.” deniliyor onlara. “O da keşke kavmim de bilseydi, Rabbimin beni bağışladığını ve bana ikram ettiğini.” şeklinde karşılık veriyor. Şimdi bunlar cennete uçuyorlar ama onların cennete uçuyor olması; iki milyarlık İslam âlemini, aylardan beri iki milyon Müslümanın katledilişini canlı yayında izleme sorumluluğundan kurtarmaz.
Yani elinde imkânı, gücü olanlar, bunu kullanmayınca Allah’ın katında büyük bir sorumluluk, vebal yüklenmiş oluyorlar. Hepimiz kendi yapacağımız ölçüde buradan yola çıkarak, bir hayat tarzı belirlemek zorundayız. Bundan sonra Müslümanın, nerede olursa olsun mazlumun, garibin aleyhinde, karşısında ona zulmeden, eziyet eden kim varsa kalben de bedenen de madden de asla yanında yer almaması gerektiğini; Hûd suresinde Rabbimizin “Sakın zalimlere meyletmeyin sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hûd, 11/113.) buyruğu ile bize anlatmaktadır. Yani boykota, tavır koymaya, elimizden geldiği kadar çocuklarımızı bu bilinçle yetiştirmeye devam. Bu, meselenin bir boyutudur. İkincisi de büyük bir kahramanlık destanı yazılıyor. Ben sahabe hayatını sohbetlerimde çok anlatmaya çalışan bir arkadaşınızım. Sanki tarihin derinliklerinde kalmış fedakârlık, sadece o zaman yaşanmış gibiydi. Hayır, şimdi ölümün üzerine yürüyen gençler, yani bütün imkânsızlıklar, yokluklar içerisinde aç kalıp da dininden, imanından, hürriyetinden ödün vermemek için ölümü öldüren gençler görüyoruz XXI. asırda. Bu gençler aslında bu şuurun, neşvenin, dinamizmin ölmediğini gösteriyor. İslam’ın mesajını doğru anlayanların, ölümü gözünde hiçleştirenlerin, basitleştirenlerin zafere ulaştığını gösteriyor bize. Bu hem büyük bir mesaj aynı zamanda bir zafer muştusudur.
Milyarlar harcasaydınız, Amerika’nın en iyi üniversitelerinde Gazze olaylarını protesto eden gençlerin çıkmasını sağlayabilir miydiniz, propagandayla olur muydu bu? Üniversitelerin ayağa kalkması bütün kadınların, yaşlıların, gençlerin sokaklara çıkması dünyadaki büyük basın yayın organlarının pek çoğunun sermayesinin siyonistlerce karşılanmasına, onca propagandaya rağmen insanlığın vicdanının ayağa kalkması, aslında Gazze’de hürriyetinden ödün vermeyen,karşımızda kim olursa olsun, Allah’a imanımız ve güvenimiz asla sarsılmayacaktır diyen Ebu Ubeyde gibi gençlerin bu kararlılığı sayesindedir.