31 Mart 2025, Pazartesi

Hikmet BARUTÇUGİL

Ebru sanatında geliştirmiş olduğunuz bir motif var: Efsun çiçeği motifi. Bize biraz bu motiften, ortaya çıkış sürecinden bahsedebilir misiniz
Hayat, uzun bir yol ve zorlu bir yolculuktur. Düzlükler, yokuşlar, inişler ve çıkışlar yaşamın bir parçasıdır. Bir de ilk anda farkına varılamayan tevafuklar vardır. Füsun Hanımefendi ile böyle bir tevafukla karşılaştım. 1984 yılının ocak ayında, yeni yılla birlikte yeni başlangıçlar yaşadım. Hâlâ baştayız güzellikler adına. Füsun Hanım’ı tanıdığımda sanata olan sevdası, işindeki titizlik, sadakat ve sabrından kaynaklanan başarısı hiç değişmeden artarak devam etti. Sanatçıya eş olmanın getirdiği bütün zorlukların üstesinden gelen Füsun Hanım, hesapsız ve koşulsuz desteğiyle başarılara imza atmamda büyük bir etkendir. “Efsun Çiçekleri” yıllardır emek verdiğim, gönül koyduğum sanatımda çok önemli bir dönüm noktasıdır. O güne kadar hiç denemediğim bir yöntemle yaptığım, suyun üzerinde kendiliğinden oluşan üç boyutlu özgün bir çiçektir. Efsun çiçeklerinin doğum günü; yine bir gün sanat dergâhımda, teknemin başında ve yorgunluğumun doruğundaydım. Çay bardağı elinde gelen Füsun Hanım, bana çayın yanında ilham da getirmişti. Böylece nadide bir güzellik olan efsun çiçekleri ortaya çıkmış oldu. Hâlâ kelimelerle ifade edilemeyenler teknemde şekillenmeye devam ediyor. İyi ki sevgide ve sanatta sınır yok.
Ebru sanatında “Kem aletle kemalat olmaz.” kaidesi vardır. Bu sözden yola çıkarak ramazanın kemalatı için insana gerekli olan nedir?
Hazreti Mevlana’nın bir sözü var: “Bu hayat insan olma haysiyetine ulaşmak için.” Ne mutlu insan olabilenlere! Bunun için de yapılması gereken bazı şeyler var. Bunlardan en güzeli dimağı arındırmak, ruhu dinlendirmek için yapılan ibadetlerdir. Ondan sonra da bir sanatla uğraşmaktır. İslam sanatlarının özündeki ilkeye sadık kalarak bir sanat üretmektir. O da nasıl olur? Necip Fazıl’ın dediği gibi “Anladım işi, sanat Hakk’ı aramakmış. Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.” Yani ilahi bir güzellik arayışı içinde yapılan sanat, o insanın dimağında arınmaya vesile oluyor. Bu da kemalat yolundaki yolculuğu daha kolaylaştırıyor. Tarihimizde bunun çok güzel örnekleri de var. Osmanlı sultanlarının hepsi mutlaka bir sanat ile uğraşmıştır. Becerisine, hevesine ve yeteneğine göre bir sanatla eğitilmişlerdir. On altı bestekâr padişahımız var. Marangoz, kuyumcu ve şair padişahımız var. Mükemmel hatlar yazmış hattat padişahlarımız var. Sanatla uğraşırken insanlarda hilmiyet duygusu gelişiyor; daha iyimser, merhametli, sevecen ve anlayışlı oluyor. Öfke, nefret, kırgınlık, hiddet, gıybet ve yalan gibi hâller hilm sahibi insanlarda azalıyor, zamanla da bitiyor. İşte sultanları da mutlaka sanat eğitiminden geçirmişler ki merhametli olsunlar. Ramazan da, sanat gibi insandaki güzel hasletleri pekiştirip insanın olumsuz hâllerden sıyrılmasına vesile oluyor. Ramazanın kemalatını bu yönden değerlendirebiliriz.
Ebru sanatı için bu sanatın ustaları “Mevcudatın esrarını yansıtan ayna gibidir.” demişlerdir. Siz bir ebru sanatçısı olarak bu aynadan ramazanın yansıttıklarına dair neler söylersiniz?
Ebru teknesinde, suyun yüzeyinde kendiliğinden biçimlenen desenler, mikro ve makro kozmos arasındaki sonsuzlukta karşılaştığımız benzer görüntülerdir. Venüs gezegeninden gelen fotoğraflar, bir kan hücresinin elektromikroskoptaki görüntüsü, bir sabun köpüğünün yüzeyinde oluşan ya da arabalardan damlayan yağların yağmur suyunda oluşturduğu desenler... Bunlar, suyun yüzeyinde oluşturmaya çalıştığımız ebru desenleri ile büyük bir yakınlık gösterir. Ebru öyle bir şeydir ki anlamak, tarif etmek sanki sonsuzluğu anlatmak gibidir. Her şeyi kuşatan Allah, bizler de kuşatılanız. Kuşatılan, kuşatanı ne ile nasıl ifade edebilir ki? Ebru, sanki bu ifadesizlik içindekilerin, şekil olarak görüntüye gelmeyen mahlûkatın ana dokularının sonsuzluğunu çağrıştırıyor gibi. Bu ifadelere sığmaz özelliğinin ve güzelliğinin iç içe uzantılarını veriyor. Dolayısıyla sonunu göremiyoruz. Hep sonsuzluk... Ebru, görüntünün arka plandaki ilahi güzelliklerini, bazen çıplak gözle görülmeyen görüntüleri, önü ve sonu olmayan güzellikleri suyun üzerinde belirli kesitler hâlinde yakalayarak bizlere gösteriyor. Suda oluşan şekiller “Her şeyin sudan yaratıldığını bilmezler mi, inanmazlar mı?”(Enbiya, 21/30) ayetini de hatırlatıyor. Bu aynadan baktığımızda ramazan da mevcudatı anlamlandıran bir başka parçadır diyebiliriz. Allah’ın anlamamızı murat ettiği hakikatlerin kilit noktalarından biridir. Ayrıca görüyoruz ki hakikate götüren her yol, bu ebru özelinde sanat olsun ramazan özelinde ibadet olsun, birbirini tamamlar şekildedir.
Ebruda su, nakış tutar. Ramazan da her yıl ömre bir nakış sunar. Zihninize nakşolan en güzel ramazan/bayram anınızı bizimle paylaşabilir misiniz? 
Çocukluğumun ilk on yılı Malatya’da geçti. Malatyalıyım. Malatya’daki ramazan hatıralarım çok canlıdır. Ramazan benim için büyük bir sevinç, büyük bir olaydı. Hatta orucunun sevabını bana sat diye harçlıklar verirlerdi. Ramazanda evde teravih namazları kılınırdı. Erkekler ayrı, kadınlar ayrı yerlerde namaza dururdu. Ramazan Bayramı’nda rahmetli babaannem ve babam beni sırtlarında taşırlardı. Bayrama yaklaşırken çok sevinirdik. Hediyeleşeceğiz, gelen gidenler olacak düşüncesiyle bayram sabahını dört gözle beklerdik. Tekbirlerle bayram namazı için camiye giderdik. Herkes şık bir şekilde giyinirdi. Bayramı tüm hakikatiyle yaşıyordum. Konu komşu, eş dost, akraba hepsi birden bunu yaşıyordu. 10 yaşında İstanbul’a geldiğimde âdetlerimiz ailemizde devam etti. O zaman Fatih’te oturuyorduk ve orada da aynı hava vardı. Ebristan diye kurslarımızı, derslerimizi yaptığımız bir atölyemiz var. Orada çok büyük bir aileyiz. Otuz senedir, bayramın üçüncü günü bizim bayramlaşma günümüzdür. Bu geleneğimiz hâlâ devam ediyor. Bayramın üçüncü gününde yaklaşık 250-300 kişi ziyarete geliyor. Yemekler, hazırlıklar, muhabbet derken tam bir festival havasında öğrencilerimizle bayramı geçiriyoruz. Bana bazen kaç çocuğun var diye soruluyor? Meslek öğretmenlik olunca bence birkaç bin tane çocuğum var. Bir de biz talebe arıyoruz, öğrenci aramıyoruz. Talebe, talep eden demektir. Öğrenci ise zorunlu olarak bir şeyler öğrenmeye çalışır. Şimdiye kadar hiçbir talebeme bir şeyi öğretmeye çalışmadım. Öğreteceğim şeyi sevdirmeye çalıştım çünkü çocuk severse öğreniyor. Eğer bir şey vermek istiyorsanız önce onu sevdireceksiniz. Bilgi artık ucuzladı. Maddi bedene hizmet eder hâle geldi. Oysaki ruhun gıdası, bedenin gıdasından daha önemlidir. O da sevgiyle ve sanatla oluyor. Ramazan ayı ve bayramlar da bu yönüyle çok önemli bizim için. Bu sevgiyi, bağı kurabilmemizi sağlıyor.
Ecdadımız, ebru sanatının cüzi irade ile külli iradenin temaşa ettiği yer olduğunu söylemiştir. Ebru sanatının aşamalarıyla ramazan ayının benzerliklerini nasıl tasvir edersiniz?
Bu konuyla ilgili Mustafa Özdamar’ın güzel bir çalışması var. Ebru sanatında kullanılan malzemeleri tasavvufi açıdan değerlendirmiş. Bunu ramazan açısından değerlendirip özetleyelim. Bir deyişimiz var; “Alet işler, el övünür.” İyi bir ebru görmek, övüneceğimiz bir eser yapmak istiyorsak aletlerimizin de tam olması lazım. Ebruda suyun bir kıvam ayarı vardır. Cıvık ya da katı olursa olmaz. Dengeyi bulmamız lazım. Ramazanda da denge hâli önemlidir. Ebruda boyaların içine öd katıyoruz. Zehir zemberek bir şeydir ama onun da bir ayarı var. Fazla katarsak boya çok açılır. Az katarsak dibe çöker. İnce ayarları yapıyoruz. Sadece ramazan açsısından da düşünmeyelim. İnsan hayatı da başlı başına bir örnektir. Duygularımızda ayar yapmamız lazım. Sırat-ı müstakimi bulmamız lazım. İbadetler ve ebru bize bunu öğretiyor. Son olarak sanatta çıkan sonucu yani ürünü ele alalım. Bizim planladığımız düşündüğümüz bir ürün ortaya çıkmıyor. Ebrunun görüntüsünün tarifini yapamıyoruz. İbadetler de insanı olgunlaştırırken varılan nokta düşünülen yer olmuyor. Ramazanın başındaki kişi ile sonundaki kişi aynı değil ama bunun tarifini yapamıyoruz. Bizim sanatımızda imza atmama geleneği vardır. Günümüzde imza atılıyor çünkü imzasız eser, değersiz esermiş gibi algılanıyor. Bir de bu işi yapanlar çoğaldığı için birbirine benzer işler artıyor. Kimin ne yaptığı belli olmayınca imza atma geleneği oluşmuştur. Ben “Hikmet-i Hüda” diye yazarım eserlerimin altına. Yani Allah’ın bilinmeyen sırları. Ebru duasında da vardır: “Hilkat’inin nakışlarında meknûz olan Hikmet’ini idrakten aciz olan bu fakirin nefsini teshir edip de enaniyetini azdırmasına izin verme!” İşte tam olarak anlatılmak istenen bu duada geçer. “Bunu ben yaptım” deyip enaniyetimizi arttırmak sanatın amacına ters düşer. İbadetlerimizle, uğraşlarımızla birtakım şeyleri törpülememiz lazım. Bunların en büyüklerinden hatta en zorlarından biri de enaniyettir. Ben engelini aşmak lazım. Ramazan da o engeli aşabilmek için Allah’ın bize bir lütfudur.
Ebru sanatçısı olmak boyanın, kâğıdın ve suyun dilinden anlamak demektir. Bize zihin dünyanızda ve hayatınızda anlam bulan bayramı anlatır mısınız?
Ebru, sadece bir boyalı kâğıt değil, ruha hitap eden duygusal bir ezgi veya nükteli bir şiirdir. İşte bu duygu yoğunluğu içinde kendini eğiten, ruhunu besleyen birinin bayramda verilen müjdelerin birçoğuna nail olabileceğini düşünebiliriz. Bayramların hakkını vererek insanlarla kaynaşıp yardımlaşarak ve hediyeleşerek geçmişleri anmaya kadar bayramların duygu yoğunluğunu yaşamak önemlidir.
Son olarak okuyucularımıza bayrama dair neler tavsiye edersiniz?
Öyle bir devirde yaşıyoruz ki bayramların bildiğimiz anlamı kalmadı. Hâl aleyhimizde çalışan bir akıl var. Bu her yerde, her şekilde karşımıza çıkıyor. Bu sebeple gençlerimizi âdetlerimize, sanatımıza, kültürel değerlerimize özendirmemiz gerekiyor. Bu da biz büyüklerin vazifesidir. Bayramları daha cazip hâle getirmeliyiz. Bahsettiğim atölyemizdeki bayramlaşmadan örnek verebilirim. Bize o bayram günü, 20-30 sene önce talebe olmuş kişiler ziyarete geliyor. Onların çocukları geliyor. Mesela, o günü çocuklar dört gözle bekliyor. Onlar her geldiğinde boylarını çizdiğimiz bir duvarımız var. Geldiklerinde “Büyümüş maşallah, haydi sana bir çikolata” deyince o çocuk, o bayramı dört gözle bekler hâle geliyor. Bayramın Allah’ın bir lütfu olduğunu tatlı tatlı anlatmamız lazım. Çocuklar bunu okulda göremiyorlar. Anne babalara çok sorumluluk düşüyor. Nesillerimizin bayramı sevip çocuklarına sevdirmelerini murat ediyoruz.
Hikmet BARUTÇUGİL
Hikmet BARUTÇUGİL

Yazar hakkında bilgi bulunmamaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları