İnsanın doğasında bilinç zayıflaması diye bir olgu var; insan bilincini her zaman aynı yoğunlukta tutamayabiliyor, bana göre ibadetlerin vakitli olmasının arkasındaki en büyük hikmet insanın kulluk bilincini canlı ve sürdürülebilir kılma düşüncesidir. Namazlar, günlük hayatımızda kulluk bilincimizi dinamik tutuyor; ama ne kadar olsa da insan maneviyat ikliminden kopabiliyor. Bu nedenle günlüğün ötesinde haftalık cuma ile bir başka bilinçlenme hâlini yaşıyoruz. İbadet şuurunda ve kulluk yoğunlaşmasında yaşanan zaaf ise üç aylar ve bahusus ramazan ayı ile çok farklı bir yeniden canlanış oluşturuyor. Ramazan ayı öncesi, içi ve sonrasıyla o kadar maneviyat hâlini sağlıyor ki insan o sayede hem kulluk şuurundaki zayıflamayı telafi etme imkânına kavuşuyor hem de sonraki yıl için bir maneviyat coşkusu depoluyor. Ramazan ayının bir taraftan namaz, vaaz ve telkin yoğunluğu diğer yandan sosyal çevre duyarlılığı ve Allah için malını harcama yönündeki eğilimler, kısaca insanın adeta bir maneviyat ikliminin yoğun temposuna tutulması olarak ramazan ayı herhâlde bizi kulluktan uzaklaştıran dünyevi etkenlere karşı bir panzehir olarak Rabbimizin bize lütfudur. Sanırım bayram da bu kadar lütfun bir meyvesidir.
İlk orucunuzu hatırlıyor musunuz, nasıl bir gündü, hangi mevsimdi? Çocukluğunuzda, ramazan denildiğinde ilk aklınıza gelenler nelerdir?
İlk orucumu köyde ve uzun yaz aylarında tutmuştum; ama çocukluktan çıkıp büyüklerle aynı işi yapıyor olmanın heyecanı ve herhâlde herkesin yaptığı bir işe katılmanın hazzıyla o uzun günler bana hiç de zor gelmemişti diye hatırlıyorum. Teravihin eğlenceli atmosferi de namazı kolaylaştırmış olmalı. Çocuklarımıza ibadet bilinci kazandırmak için ramazan ayının ne kadar pedagojik bir kolaylık sağladığını görebiliyoruz. En güzel yıllarında onlara hem Allah, peygamber ve din aşkını hem de ibadetlerin hazzını yaşatmazsak sonra onlardan nasıl bunları hayat boyu düstur edinmelerini bekleyeceğiz!
Ramazanda mutlaka giderim dediğiniz bir yer var mıdır?
Tabii ki selatin camiler; İstanbul’da hem de tarihî yarımadada yaşamışsanız oranın manevi atmosferini çocukluk ve gençliğinizde tattıysanız bunu özlememeniz mümkün değil.
Bayramlar, toplumun her kesimine nüfuz eden yaşama neşesi sunan manevi bir iklim yaratır. Bu bağlamda toplumun bayramlara bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuda modernleşen/bireyselleşen insanlar olarak maalesef iyi yönde olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Komşularımızla selamlaşmak, bayramlaşmak, akraba ile sıla-i rahim yapmak modern şehir kültürünün neredeyse unutmaya mahkûm ettiği güzelliklerdir. Biz bayramlaşma ile bunu kısmen tedavi etmeye çalışsak da sanki bu vesile de artık eskisi gibi işlevini sürdüremiyor. Belki de yeniden ramazan ve bayramın sosyalleştirici ve kaynaştırıcı kültürünü nasıl canlandıracağımızı düşünme vakti geldi!
Siz öğrenim hayatınızda çeşitli ülkelerde bulundunuz.“Bayramda gelir yâda ne hoş hatıralar ki: Bin ömre verilmez, o kadar kadri girandır.” der Mehmet Âkif Ersoy. Akif’in bu sözlerinden hareketle gurbette geçirdiğiniz bayramların sizin yâdınızda bıraktığı kadr-i giran hatıraları bizimle paylaşabilir misiniz?
Doğrudur, ben pek çok bayramı gurbette yaşadım ama herhâlde şansım şuydu hep ramazan ve bayram coşkusunu hissedeceğim bir topluluk içinde bulunmak ve orada ramazan iklimini ve bayram neşesini hissetmek nasip oldu. Birlikte çok güzel hatıralar biriktirdiğim dostlarımla ramazan gecelerini ihya edip bayramları kutladık, onlarla hâlâ görüşüyorum. Aileden, anne baba ve kardeşlerden uzak olmak dışında gurbet hissine çok kapılmamıştım; onları özlemek güzeldi, sonrasındaki buluşma anının şevk ve coşkusunu düşünerek o özlemi hafifletirdim.
Bayramı bir şehir ile özdeşleştirseydiniz bu hangi şehir olurdu?
Tabii ki İstanbul! Bayram namazı için insanların akın akın camiye koşuştuğu o günler sanki kayboluyor. Camide hocanın “Hadi bayramlaşalım” dediğinde tüm cemaatin eksiksiz sıraya girdiği, tanıyan tanımayan herkesin birbirine güler yüzle selam ve tebrik sunduğu o günler bilmem geri gelir mi? İstanbul bu sıralarda o geleneklerini de yitiriyor sanki…
Samiha Ayverdi “Eski cemiyette bayram büyüğe de küçüğe de gökten inen bir maide gibiydi” der. Eski cemiyetimizdeki bayramlar ile günümüz bayramları arasında ne gibi farklılıklar gözlemliyorsunuz?
Benim ömrü hayatımda gözlemlediğim bayramlarda bile önemli değişiklikler olmuşsa eski bayramların farklı olduğunu tahmin etmek zor değil. Mahallenin, cami cemaatinin sıcak sosyalliğinin kaybolmasına, bayramların bir yerlere kaçmak, tatil yapmak için bir fırsata dönüşmesine, akraba ilişkilerinin zayıflamasına tanık oldum. Hiç unutmam, çocukken İstanbul’un bir ucundan diğer ucuna hem de arabamız olmadığı hâlde toplu taşıma ile halamları, teyzemleri, amcamları, dayımları kısaca tüm akraba-i taallukatımı ziyaret etmek ve hangisinde ne tür baklava ve sarma yiyeceğimiz heyecanıyla dolaşmak zevkini yaşardım. Şimdiki çocuklar bunu yaşıyor mu bilmiyorum.
İslam coğrafyasında yaşanan son olayları da göz önüne alarak sizden bir bayram mesajı alabilir miyiz?
Kudüs mahzun, Gazze bitik, Orta Doğu karışık, Hindistanlı ve Balkanlı Müslümanlar mahzun, Uygur kardeşlerimizin umudu tükenmiş, kısaca nereye baksak İslam dünyasında bir perişanlık hâkim, ama umudumuz olan coğrafyalar da var: Orta Asya uyanıyor, Suriye ve Irak kendine geliyor, Uzak Doğu Asya’da Malezya ile Endonezya kıpırdıyor ve Türkiye bütün bu karamsar tabloya rağmen bir yıldız gibi doğuyor. Örnek alınacak işler belli, yapılacak şeyler malum, İslam dünyası halkları ve kurumları bir an önce yapılacak işlere odaklanmalı, insanca yaşamayı mümkün kılacak siyasi, sosyal ve ekonomik şartları oluşturmalı, bunun için gereken eğitim reformları hayata geçirilmeli.