Müslümanlar olarak bizlere düşen, imanımızdan aldığımız kuvvetle birlik ve beraberliğimizi daha da güçlendirmek; zulme, haksızlığa ve her türlü kötülüğe karşı yekvücut bir şekilde mücadele etmektir.
Bayramlar, bizleri fıtratımızla buluşturarak ortak inanç, tarih ve medeniyet ekseninde birbirimize kenetlenmemizi sağlayan, kardeşliğimizi pekiştiren müstesna günlerdir. Birlik, beraberlik, paylaşma ve dayanışma duygularıyla hayatı huzur ve sekinet iklimine dönüştüren özel zamanlardır. Şimdi, bu ayrıcalıklı zamanlardan biri olan Kurban Bayramı’nı idrak etmenin heyecanını yaşıyoruz. Her yıl olduğu gibi bu günlerde yine gönüllerimizi temizlemenin, ruhlarımızı arındırmanın ve mümin kardeşlerimizle dayanışmanın sevinci içindeyiz.
Kurban Bayramı, aynı zamanda tevhidin, vahdetin, iman ve teslimiyetin anlamlı hikâyesine de ev sahipliği yapar. Bu bayramı ihya ederken Hz. İbrahim’in iman, azim ve sadakatini, Hz. İsmail’in sabır, metanet ve teslimiyetini yâd ederiz. Dünyanın cezbedici nimet ve hazlarına karşı haktan, hakikatten yana durmanın ve geçici lezzetlerden vazgeçerek ebedî saadete talip olmanın asaletini hatırlarız. Zira tevhid, takva ve teslimiyetin sembolü olan kurban ibadeti, Allah’a duyduğumuz muhabbetin, diğer bütün sevgilerin üstünde olduğunun bir ifadesidir. Dünya hayatında bizlere ne bahşedilmişse, neyimiz varsa hepsini Allah yolunda feda edebileceğimizin bir nişanesidir. Maddi unsurların ötesinde niyeti, samimiyeti, bağlılığı, fedakârlığı ve nihayetinde takvayı ortaya koyan kurban, bir anlamda Allah’ın rızasını kazanma, iyiye, güzele, hakikate ulaşma arayışıdır. Bu hakikate işaretle Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Onların ne etleri Allah’a ulaşır ne de kanları; O’na ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır. İşte Allah onları sizin istifadenize verdi ki size doğru yolu göstermesinden ötürü O’nu tazimle anasınız. İyilik yolunu tutanları müjdele!” (Hac, 22/37.) Bu ayet, iyi niyet, samimiyet ve takva ile eda edilen kurban ibadetinin karşılığının, kurbiyet olduğunu ifade etmektedir.
Diğer yandan Kurban Bayramı’nı sadece bireysel bir ibadetin gerçekleştirildiği zaman dilimi olmanın ötesine taşıyarak, toplumsal ve küresel boyutta umudun ve dayanışmanın da paylaşıldığı bir atmosfere dönüştürmek, kurban ibadetinin bir gereğidir. Bu bağlamda Kurban Bayramı’nı hac ibadetinden ayrı düşünemeyiz. Zira her ikisi de tevhid inancı ekseninde ümmet bilincini diri tutan, Müslümanların birlikte hareket etme, birbirlerine destek olma ve zorlukları birlikte aşma kabiliyetlerini besleyen ibadetlerdir. Kardeşlik şuurunun doruğa ulaştığı bir vasatta gerçekleşen hac, farklı dillerin, renklerin ve kültürlerin ayrılık ve ayrımcılık değil bir zenginlik sebebi sayıldığının en açık göstergesidir. Nitekim dünyanın dört bir yanından gelip vahyin kalbinde buluşan Müslümanlar, aynı inanç ve duygularla Kâbe’nin etrafında pervane olurlar. Haccın kutlu mekânlarından Mekke’nin semalarına yükselen tekbir sesleri, Müslümanların kalplerindeki birlik ve beraberlik idealini perçinler. Müslümanlar için âdeta yeniden doğuş fırsatı olan Arafat vakfesi, bayram öncesi gerçekleşen bir arınmayı ifade eder. Bembeyaz ihramlar içinde Allah’a yönelen milyonlarca mümin, günahlardan ve kötülüklerden kurtulup hayata yeni bir başlangıç yapma dirayetiyle kıyama durur. Hüzün ve sevincin iç içe geçtiği bu zaman diliminde samimiyetle Cenab-ı Hakk’a açılan eller, “Müminler ancak kardeştir.” (Hucurat, 49/10.) ilahi fermanı mucibince müşterek bir gayeye uzanır. Birlik ve beraberliğin en güçlü şekilde hissedildiği bu kutlu mekânda yapılan dualar, tüm İslam âleminin huzuru ve barışı için yükselir. Mümin gönüller tek bir dilde birleşerek ümmetin yürek dağlayan acılardan kurtulması ve yeniden izzetli ve vakur bir duruş sergileyebilecek imkâna kavuşması için yüce Allah’a yakarır.
Hac ibadeti, Müslümanların sadece Allah’a olan bağlılıklarını değil, birbirlerine olan sorumluluklarını da hatırlatır. Arafat’ta zirveye ulaşan tevhid ve vahdet şuurunu hayata taşımak ve tüm yeryüzünde barışı hâkim kılmak için çalışmak bu sorumluluklardandır. Son yıllarda Gazze başta olmak üzere İslam coğrafyasının farklı yerlerinde yaşanan haksızlık, zulüm, vahşet ve katliamlar, Müslümanların söz konusu sorumluluğunu daha da artırmaktadır. Zira Kurban Bayramı’nı idrak ettiğimiz bu günlerde gönül coğrafyamız, iman kardeşliğimizin en acı şekilde sınandığı bir alana dönüşmüş durumdadır. Çocuklar, gençler, kadınlar ve yaşlılar, her gün bombardıman, ambargo ve zulüm altında hayat mücadelesi verirken Müslümanların buna sessiz kalması düşünülemez. Çünkü nerede olursa olsun mazlumun yanında olmak, ona yardım eli uzatmak, her şeyden önce imanın bir gereğidir. Yetimlerin acısını, mazlumların sancısını bir an önce dindirmek için ne gerekiyorsa yapmak, tüm Müslümanlar için iman ve kulluk görevidir. Sevgili Peygamberimizin, “Müminler birbirini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer” hadis-i şerifi, söz konusu göreve dikkat çekmekte; Müslümanların derdi ile dertlenmenin imanî bir sorumluluk olduğunu ortaya koymaktadır.
Bugünlerde samimi duaların, akıtılan gözyaşlarının, daha iyiye daha güzele ulaşma çabasının, hüzünlü yüreklere ve yaralı vicdanlara şifa olduğu muhakkaktır. Ancak yeryüzünün huzur ve esenlik diyarına dönüşebilmesi için daha fazlasını yapmak gerekmektedir. Müslümanlar olarak bizlere düşen, imanımızdan aldığımız kuvvetle birlik ve beraberliğimizi daha da güçlendirmek; zulme, haksızlığa ve her türlü kötülüğe karşı yekvücut bir şekilde mücadele etmektir. İslam’ın hakikat ve değerlerini yaşama, yaşatma, gelecek nesillere aktarma ve tüm yeryüzünü bu değerlerle buluşturma hususunda daha kararlı, planlı bir gayret ortaya koymaktır. Böyle bir gayret, gönül coğrafyamızdaki yaralı yürekleri iyileştirmenin ve mazlum kardeşlerimize kendilerinin yalnız olmadıklarını hissettirmenin yanında ümmet olarak birlikte hareket edebildiğimizde tüm kötülüklere engel olabileceğimize dair inancımızı her dem diri tutacaktır.