Nice zamandır bayrama hasret bayramlar geçiyor hayatımızdan. Bayram sevinci götürmek için gittiği coğrafyalardan hüzün yüklü gönüllerle dönüyor iyilik elçileri. Her duada hasrete açılan cümleler dökülüyor sessizce dudaklardan. Bir inşirah, bir imdat, bir çıkış yolu, bir ilahi lütuf bekliyor cümle mümin yürekler. En çok bayramlarda sızlıyor parçalanmışlığın ümmet bilincinde açtığı yaralar ve en çok bayramlarda acıtıyor yalnızlığın tarifi imkânsız hâleti ruhiyesi.
Mustafa IRMAKLI
İnsanlığın karanlıklara gömüldüğü bir zamanda, İslam’ın son vahyi Kur’an, Mekke’nin semalarından yeryüzünü aydınlatmaya başlamıştı. Ancak zulüm üzerine saltanat kuranlar vahyin aydınlık çağrısına düşman oluverdiler. Ve Mekke’de Allah’ın elçisi ve ona inanan müminler 13 yıl boyunca tarifi imkânsız zorluklarla, çilelerle, eziyetlerle karşılaştılar. Mekke acının ve hüznün merkezi oldu âdeta. Yesrib, çıkış yolu arayan müminlere kucak açtı ve Rahmet Peygamberi’nin hicretiyle Medine-i Münevvere oldu. Hz.Muhammed Medine’ye ayak bastığında sadece müminlerin yürekleri değil, Medine’nin kuşları, çiçekleri, taşının, toprağının her zerresi de sevince gark olmuştu. Muhacirlerede vatanlarından ayrılmanın hüznüne, inançlarını özgürce yaşayabilecekleri bir ortama kavuşmanın heyecanı eşlik ediyordu.
Yüreklerde sevinç tohumlarının yeşerdiği bir zamanda Allah, Müslümanlara hep beraber sevinip şenlenecekleri iki zamanı, Ramazan ve Kurban Bayramlarını hediye etti. Medinelilerin kendi bayram günleri vardı ama Allah’tan bir hediye olarak Müslümanların bayramı hem anlam ve hem de kapsam bakımından çok daha güçlü ve evrensel bir muhtevaya sahipti. Böylece İslam tarihi boyunca bayramlar mümin yüreklerin âdeta tek bir kalbe dönüştüğü ortak bir sevincin, muhabbetin, heyecanın merkezi oldu. Elbette tarihî süreçte zor zamanlar da oldu. Endülüs’ten Kudüs’e yürek yakan süreçler de yaşandı ama Müslümanlar her hâlükârda sıkıntıların üstesinden gelmeyi başardı ve acıların bayram sevicini esir almasının önüne geçti. Ta ki modern zamanlara kadar…
Ümmetin hamisi ve insanlığın merhamet adası Osmanlı, tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalınca âdeta kara bulutlar sardı İslam coğrafyasını. Sömürge topraklarında mazlumların kan ve gözyaşları üzerine saltanat kuran yeni dünyanın egemenleri büyük bir azgınlıkla saldırdılar gördükleri her zayıf coğrafyaya. Ne mezalimler yaşandı ezan okunan diyarlarda. Yürekler mateme büründü, hayatlar çileye… Yetimler yurduna döndü yeryüzü. Şimdi anneler kundaklarını kefen yapıyor çocuklarına.
Nice zamandır bayrama hasret bayramlar geçiyor hayatımızdan. Bayram sevinci götürmek için gittiği coğrafyalardan hüzün yüklü gönüllerle dönüyor iyilik elçileri. Her duada hasrete açılan cümleler dökülüyor sessizce dudaklardan. Bir inşirah, bir imdat, bir çıkış yolu, bir ilahi lütuf bekliyor cümle mümin yürekler. En çok bayramlarda sızlıyor parçalanmışlığın ümmet bilincinde açtığı yaralar ve en çok bayramlarda acıtıyor yalnızlığın tarifi imkânsız hâleti ruhiyesi. Çünkü bayramlar tek başına yaşanabilecek zamanlar değildir. Bayram sevincini özel kılan şey, aynı duyguların coşkusunda buluşan ortak sevincin tüm yürekleri aynı esintiyle hoşnut eylemesidir. Aynı kıbleye yönelip aynı duada buluşanların aynı muhabbeti hissetmesidir. Bayram bir kalbin değil, bir kalbe dönüşen binlerce kalbin ortak atışıdır. İmana dayalı bir huzurun tüm saf gönülleri dolaşıp hayata yayılışıdır. Mahzun gönüllerin, yanık yüreklerin muhabbet meltemiyle nefes alışıdır. Ve bayramın bayram oluşu çocukların yüzlerinden, annelerin gözlerinden, yaşlıların sözlerinden belli olur. Yetimleri sahipsiz, yaşlıları umutsuz, garipleri huzursuz bir dünyanın bütün ışıltıları sahtedir. Çocukların ağladığı, mazlumların mahzun kaldığı bir dünyada tüm sevinçler yaralıdır.
İşte insanlığın vicdan yükünü taşıyan Filistin, peygamberler emaneti Kudüs, asaletin destanını yeniden yazan Gazze… Takvimler zamana “bayram” kaydı düşerken tarih Gazze’de insanlığın kaybını kaydediyor. Peygamberlerini katledecek kadar azgın ve aşağılık bir topluluğun temsilcileri, tarihte işledikleri tüm cürümleri gölgede bırakacak bir vahşet örneği sergiliyor. Bunun karşısında Gazze’nin yiğitleri de tarihin ender gördüğü bir direniş ortaya koyuyor. İnsaf, vicdan, ahlak, hukuk gibi insanı insan yapan tüm değerler Gazze’de enkaz altında kalırken işgalcilere karşı cesur duruşuyla bir çocuk, insanlık onurunun temsilcisi oluveriyor. Tarifi imkânsız bir zulme tarifi imkânsız bir inanç ve dirayetle direnen Filistinliler tüm dünyaya asalet ve cesaretin şahikasını, özgürce yaşamanın mümkün olmadığı bir yerde onurla şehit olmanın bir yolu olduğunu gösteriyor. Zihinleri kuşatan algı perdeleri yıkıldıkça özgürlüğün ve esaretin gerçek anlamı ortaya çıkıyor ve idrak sahipleri, Gazze dışında tüm dünyanın işgal altında olduğunu fark ediyor. Bir yandan tıpkı bir turnusol kâğıdı gibi insanlığın gerçek yüzünü aşikâr eden Gazze; diğer yandan ortaya koyduğu direniş ruhu ile ümmetin diriliş umudunu güçlendiriyor. Çelikten elbiselerinin altında kaybolan kirli cüsseleri, korkunç silahlarla donatılmış katillerin, yüreğinden başka bir şey taşımayan bir çocuğun duruşundan, bir annenin bakışından ödü kopuyor. Mukaddes davalarda ölümü göze almanın asaletini idrak edemeyenler hayretle izlerken bir avuç insanın vakur ve korkusuz duruşunu, sahici yüreklerden, tüm algı bulutlarını dağıtan bir hakikat yayılıyor yeryüzüne ve bir kez daha anlıyoruz ki; aslında kaybeden ve acınacak durumda olan Gazze değil, dünyanın Gazze dışında kalan her yeri…
Diğer yandan Gazze insanlığa, insan olmanın en güçlü işaretinin vicdan olduğunu gösterdi. Ve dünyanın her köşesinde, vicdanını küresel ifsat şebekelerinin işgalinden koruyabilen herkes Gazze’ye dönerek insafı, hukuku savunmaya; zulmü, zalimleri telin etmeye başladı. Artık kartopu gibi büyüyen küresel maşeri vicdanın dünyayı değiştirmesi daha güçlü bir ihtimale dönüştü. Aynı şekilde Gazze İslam coğrafyasının hâli pürmelalini de çok net şekilde ortaya çıkardı. Gazze’ye yardım etmesi beklenenler öncelikle Gazze’nin ortaya koyduğu inanca, cesarete, asalete, duruşa muhtaç. Şimdi manzaranın künhüne vâkıf olanlar şöyle niyaz ediyor; Ey Gazze tut ümmetin elinden, belki derman gelir dünyaya dalmaktan çökmüş dizlerine…
Elbette mümkün yeniden hakiki bayramlarda buluşmak. Bunun için belki de risaletin Mekke’sinin öğrettiği inancı, sabrı, umudu, fedakârlığı yeniden kuşanmak; hakkın, haklının, hukukun yanında yollara düşüp gerektiğinde asaletin bedelini ödemek gerek. Ve elbette daha sahici bayramlar adına, inanmış bir yüreğin, kirlenmemiş bir vicdanın yapabileceği çok şey var. Ümmet bünyesinin en zayıf noktasını en güçlü hâle getirmek için eliyle, diliyle, kalbiyle katkı sunmak. Herkese iyi gelecek samimi cümleler kurmak…
Mahzun bir yüreğe bırakılan bir nebze sevinç orada bayramın başlangıcı olacaktır. Tüm mazlumlar sevinirse âleme bayram gelecektir.