728 x 90

İYİLİK GÜZELDİR

img
O gün, aziz milletimizin Türkiye Diyanet Vakfına yaptığı bağışlarla vatanımızdan kilometrelerce uzaklıktaki başka bir coğrafyada yaşayan ecdadımıza uzanan şefkat ve merhamet eline vesile olmuştuk.

Gecenin koyu karanlığında, tüm malzemelerimizi yüklediğimiz aracımıza binerek başkent Encemine’den uzaklaşmaya başladık. Arabanın açık penceresinden yüzümüze vuran serince hava bu coğrafyada kaçırılmaz bir fırsattı. Biraz yol katettikten sonra sabah namazı vaktinin girmesiyle yol kenarındaki topraktan yapılmış yorgun bir mescidin önünde durduk. Plastik ibriklerden aldığımız abdestle kum üzerinde cemaatle kıldığımız namazın ardından aracımızın camına vurmaya başlayan güneş eşliğinde uzunca bir yolculuk aslında yeni başlıyordu.

Bu yolculuğa çıkarken esasen iki önemli amacımız vardı. Birincisi, başkente 480 km uzaklıktaki Mongo iline bağlı Dokatchi köyünde aziz vatandaşlarımızın Türkiye Diyanet Vakfına emanet ettiği bağışlarla yapımı tamamlanan su kuyusunu açmaktı. Bir yıl önce bu köye saha çalışması için gittiğimizde yaklaşık bin kişi bizi köyün girişinde karşılamıştı. Sanki yıllardır bizi bekliyorlardı. Bu sessiz düşüncenin biraz sonra kulaklarımızda yankılanacak yorgun ama ümitli bir cümleyle ete kemiğe bürüneceğini nereden bilebilirdik. Çünkü bölge temsilcisi, köyün kurulduğu günden itibaren su sıkıntısı çekildiğini, birçok çabaya rağmen 40 yıldır yer altından suyun çıkarılamadığını ifade etmiş ve sıcak bir karşılamayla bizi kucaklayarak; “Sizi Allah gönderdi.” demişti. Şimdi ise coğrafyanın zorlu şartlarına ve geçen onlarca umutsuz yıla rağmen biraz meşakkatli de olsa köy halkını yıllarca bekledikleri suyla buluşturduğumuzdan bu açılış bizim için oldukça anlamlıydı.

İkinci amacımız ise Mongo’dan 450 km uzaklıktaki Abeşe ilindeki bugün sekiz Osmanlı subayının kabrinin bulunduğu Cüneyne Türk (Türk Bahçesi) adıyla bilinen mahallede yaşayan dedemiz Mohamed Turkay’ı ziyaret etmekti. O, Osmanlı Devleti’ni bu topraklarda günümüze taşıyan son temsilciydi. Turkay soyadını taşıyan Osmanlı subayları, 1850’li yıllarda Mısır ve Sudan üzerinden Abeşe’ye gelip yerleşmişler; burada evlenip ticaretle meşgul olmuşlar ve sonrasında bazıları farklı ülkelere göç etmişlerdi. Dolayısıyla bu ziyaret Osmanlı bakiyesi ve emaneti Abeşe’de, tarihin omuzlarımıza yüklediği sorumluluğu yerine getirme adına bizi oldukça heyecanlandırıyordu.

Yolu yarılayıp Bokoro iline vardığımızda yemek molası için aracımızı yeşil ve geniş gölgeli bir ağacın altına doğru sürdük. Geceden aracımıza yüklediğimiz yiyeceklerimizi ve buz dolu büyükçe bir kaba koyduğumuz sularımızı çıkarıp güzel bir yer sofrası kurduk. En iyi lokantada yiyeceğimiz en lezzetli yemekten daha fazla bize mutluluk veren bu yemeğin, üzerinden yıllar geçse de hafızalarımızdan kolay kolay silinmesi mümkün değildi. Çünkü sıradan bir eylemi unutulamayacak bir enstantaneye dönüştüren şey, duyu organları üzerinde etkili olan özgün ve eşsiz detaylardır.

Yemeği bitirdikten sonra tekrar yola koyulduk. Bitkine iline yaklaştığımızda namaz için yol kenarındaki küçük bir mescitte mola verdik. Köy halkıyla beraber kıldığımız bu namaz enteresandır, sanki yıllardır orada yaşadığımızı ve oradan olduğumuzu bize telkin etmişti. Şüphesiz bu, dinimiz İslam’ın birleştirici ve bütünleştirici gücüydü. Bu vesileyle Çad’ın, yüce dinimizin önemini, etki alanını ve eşsizliğini fark edebilme adına bize önemli fırsatlar sunduğunu ifade etmek gerekir.

Gün batımına doğru Mongo’ya ulaştığımızda öncelikle gece konaklayacağımız uygun bir yer belirledik. Yemeğimizi yiyip namazı kıldıktan sonra aracımızda yüklü portatif yatağımızı çöl kumunun üzerine serdik. Havanın serinlediği, sineğin bulunmadığı bu ortamda, tüm yıldızların ilk defa bu kadar net ve yakın göründüğü cam gibi gökyüzüne bakarak uykuya daldık. Gece yarısında kalkıp malzemelerinizi tekrar aracımıza yükledikten sonra su kuyumuzun açılışı için Dokatchi köyüne doğru yola koyulduk. Köye yaklaştığımızda ilk önce ellerinde Türk bayrakları bulunan bir atlı birlik bizi karşıladı. Coşkulu yerel şarkıların, zılgıtların ve sevgi gösterilerinin eşliğinde nihayet su kuyumuzun yanına vardık. Yapılan içten konuşmalar ve özellikle Türkiye’ye uzanan titrek ellerin yaptığı duaların ardından 40 yıllık bir hasreti bitirmenin verdiği sekinetle köyden ayrıldık ve Abeşe’ye doğru yola revan olduk.

İkindi sonrası Abeşe’ye vardığımızda, aracımızı ilk olarak Cüneyne Türk’e doğru sürdük. Bu mahalleye “Türk Bahçesi” denildiği için açıkçası yemyeşil bir yer ile kucaklaşacağımızı hayal ediyorduk. Çünkü öncesinde, ecdadımızın geçmişte bu bölgeyi âdeta bir vahaya dönüştürdüğüne dair kuvvetli rivayetler zihnimize kazınmıştı. Fakat oraya vardığımızda kıraç, kumsal, sıradan bir coğrafya bizi karşıladı. Mahallenin girişinde, bizi gördüğü gibi dikkat kesilen bir çocuğa Mohamed Turkay’ın yaşadığı evi sorduk. Onun mihmandarlığında yavaş yavaş bu eve doğru ilerlerken heyecanımız zirveye ulaşmıştı.

Bizi kapıda kızı karşıladı. Orada bulunan mahallenin temsilcisi, Mohamed Turkay’ın yaşadığı odaya gidip ona; “Torunun sana geldi.” şeklinde seslendiği an tüylerimiz diken diken olmuştu. Sonunda o beklenen vakit gelmiş ve dedemizle karşılaşmıştık. Uzunca bir kucaklaşmanın ardından sevecen, parlak gözlerle bize bakarak heyecanla tarihimizi anlatmaya başlayan dedemiz, bir ara cebinden çıkardığı anahtarı kızına uzatarak karşımızdaki odadan bir şey istedi. Oturduğumuz yere kınında, kocaman bir kılıç gelmişti. Bu kılıç, babasından kendisine tevarüs eden nadide bir ecdat yadigârıydı. Kılıcın bir ucundan kendisinin, bir ucundan da bizim tuttuğumuz o an, tarihin siyah beyaz derinliklerindeki mutlu zamanlara akıp giden vakur bir yolculuk çoktan başlamıştı. Dedemiz kılıcı tekrar kızına verdi ve odanın kapısını sıkıca kilitlemesini tembihledi. Sonradan, o odanın tamamen bu emanete hasredildiğini ve kendisinden başka hiç kimsenin oraya giremediğini öğrendiğimizde gururumuz bir kat daha perçinleşmişti.

Sohbetin ilerleyen safhalarında, bizlere sevgisini yansıttığı gözlerinde yaşının ve coğrafyanın da etkisiyle meydana gelen katarakt hastalığının varlığı utana sıkıla 80 yaşındaki dedemizin dudaklarından döküldü. İçimizi cız eden bu anı mıh gibi aklımıza çakarak dedemizin elini öptük ve izin isteyip en kısa zamanda yeniden buluşma sözü vererek yanından ayrıldık. Ertesi gün Abeşe’deki birkaç bölgede saha çalışmamızı tamamlayarak 16 saat süren yorucu bir yolculuğun ardından yine bir gece yarısı başkente ulaştık.

Bu buluşmadan iki ay sonra Kurban Bayramı öncesi başkentte gerçekleştireceğimiz katarakt ameliyatı faaliyeti planlanır planlanmaz, yanında yaşayan torunu vasıtasıyla dedemize ulaştık ve kendisini bir hafta sonra gözlerini ameliyat ettirmek için beklediğimizi söyledik. Bir hafta sonrasındaki buluşmamızda, gözleri ile dünya arasındaki perde kalkacağı için çok heyecanlıydık. Yapılan başarılı ameliyat sonrası kalp gözünün ardından artık kafa gözüyle de bizi görebildiğinden anlatılmaz bir mutluluk içindeydik. Sonuçta o bize; biz de ona bayram sevinci olmuştuk.

O gün, aziz milletimizin Türkiye Diyanet Vakfına yaptığı bağışlarla vatanımızdan kilometrelerce uzaklıktaki başka bir coğrafyada yaşayan ecdadımıza uzanan şefkat ve merhamet eline vesile olmuştuk. Dedemiz de mutluluk ve sekinetin bu dünyada mutlaka deneyimlenmesi gereken eşsiz bir duygu olduğunu bize yaşatmıştı. O gün bir kez daha anladık ki dünya iyilikle güzelleşecektir. Çünkü iyilik güzeldir.

Makaleler

Yazarlar