Tütmez ocaklar, sahipsiz yetimler geliyor aklımıza. Haykırarak ağlamalı mı bayram gününde.
Eğer “bayram”ı bir çatı kavram olarak ele alıp inceleyecek olursak -ki böyle yapmalıyız- bu çatının altına hangi alt kavramları dâhil ederdik acaba? Allah’a verilen sözlerin tutulması, Peygamber Efendimiz’in sünnetinin ihyası, dinî duyguların pekişmesi, aile saadeti, sılayırahmin ihyası, çocuklar ve gençler için rol modelliğin inşası, yardımlaşma, beraberlik ve paylaşma, muhasebe, gayrıyı sorgulama, kendimize dönme, kendimiz olarak kalabilme…
Bütün bunları ve daha yazamadığımız nice meseleyi bayram çatısı altında incelemeye muhtacız, zira bayramın bayram gibi yaşanmaması sonucunda işte bütün bu kıymetli değerler de bir bir çekip gidiyor dünyamızdan.
Aile saadeti ve birliği meselesini ele alalım. Bugünkü bayram kutlamalarımız veya bayram pratiklerimiz en büyük darbeyi aileye vuruyor gibi. Bayramlarda bütün aile fertleri bir araya gelirdi hatta bazen sülale toplanırdı. Şimdiki hayat tarzı bu birlikteliği yavaş yavaş sekteye uğratmakta ve insanlar bayramı “birlikte olmak” değil de tam aksine “birlikte olmaktan uzaklaşma fırsatı” cihetiyle değerlendirmekte. Yani bayramı tatil olarak düşünmekte ve “aileye gitmek” yerine “tatile gitmeyi” yeğlemekte! Peki bunun aileye vurduğu darbenin neticesi ne?
Mehmet Akif merhum, bundan tam 111 yıl önce (22 Mayıs 1913) tarihli “Allah Etmesin Aile Bir Bozulursa” başlıklı bir yazısında, Bakara suresi 11 ve 12. ayetlerin meallerini “Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiği zaman, ‘Biz ıslahtan başka bir şey yapmıyoruz’ derler. Gözünü aç, iyi bil ki: Onlar yok mu, işte asıl müfsid onlardır, lakin farkında değiller.” şeklinde verdikten sonra olacakları bütün felaketiyle bir bir anlatmış. Şu mısraları meseleyi izaha kâfi gelir herhâlde:
“Biz ki her mevcudu yıktık, gayesiz bir fikr ile
Yıkmadık bir şey bıraktık… Sâde bir şey: Âile”1
Bu durumda bayramın bayram gibi kutlanmaması elimizde en son kalan değerli şeyi de götürecek demektir: Aileyi. Mehmet Akif’in çok büyük bir bilgelikle uyardığı gibi her hata tamir edilir, her kusur düzeltilir, her bozulan yapılır ama aile bir elden giderse bir daha da sırtımız yerden kalkamaz:
“Bunların tamiri kâbil… Olsa ciddiyet sebât
Lâkin, Allah etmesin, bir düşse şâyed âilât
En kavî kollarla hatta kalkamaz imkânı yok.
Kim ki kalkar der, onun hayvan kadar iz’ânı yok.
Burada bir parantez açarak şu ilginç mevzuya da dikkat çekmek isterim. Mehmet Akif’in “aile” meselesini ele almak için seçtiği ayet gerçekten çok ilginçtir. “Kur’an’da Aile” başlıklı bir yazı yazmaya kalksak herhâlde çok az insanın aklına Bakara suresi 11 ve 12. ayetler gelirdi. Akif’in olağanüstü dikkati bugün çok daha dikkat çekicidir; zira toplumların ifsadı için bugün şikâyet ettiğimiz bütün sapkın hareketlerin temelinde “aileyi hedef almak ve onu bozmak” olduğu ısrarla söyleniyor ve devletler bu konuda uyarılıyor. Akif’in bu meseleyi yüz küsur yıl önce yazıp çizmesi onun ileri görüşlülüğünün müstesna örneklerinden biridir.
Bu yüzden şimdi biri çıkıp da “Efendim biz bayram meselesini konuşuyoruz, aile de nereden çıktı!” dememeli, zira bayramların zaten büyük gayesi bir milleti ayakta tutan değerlerin en yoğun şekilde yaşanması demek değil mi? En büyük değerlerin başında aile bağlarının güçlü olmasının gerekliliği gelmiyor mu? Eğer aile yıkılırsa millet, millet yıkılırsa devlet yıkılır. Dolayısıyla aileyi korumaktan daha değerli bir eylem alanı varsa buyurulsun, söylensin.
Ortak Eylem Alanları: Bayramlar
Yavaş yavaş artık bizim milletimizin kahir ekseriyetine de bulaşan yalnızlıkla nasıl baş edilecek? Bu baş etme yollarında bayramların rol ve önemi var mıdır, varsa nedir?
Rasim Özdenören’in, Amerika’da olduğu yıllardaki izlenimlerini anlatırken üzerinde hassasiyetle durduğu konuların başında, Amerikalıların içinde boğuştuğu korkunç yalnızlık girdabı geliyor. Bu millet dehşetli ekonomik gücüne, muazzam iktidar genişliğine rağmen kahredici bir yalnızlık içinde debelenmektedir. İnsanlar yalnız yaşamakta ve yapayalnız ölmektedir. Özdenören, kimsesiz olduğunu düşündüğü yaşlı bir kadınla konuşma fırsatı bulur. Biraz muhabbet edince anlar ki kadın aslında yalnız değildir, oğlu ve torunu vardır ve fakat onlar tarafından yıllardır bir defa olsun ziyaret edilmemiştir. Özdenören “Zamanla bir şeyi daha anlamış oldum.” der: “Yalnızlık bu ülkede (ABD) bir hayat tarzı hâline gelmiştir.” dedikten sonra bu yalnızlığın bizim düşündüğümüz anlamda yalnızlık (yani kimsesizlik) olmadığı bu insanların düpedüz “yalnızlığa terk edildiğini” düşünür.
Bilinçli bir tercih olduğu anlaşılan bu yalnızlıkla nasıl baş edilebilir? Rasim Özdenören’e göre “ortak eylem alanları” yalnızlıkla baş etmenin en etkili yollarından biridir. Peki nedir “ortak eylem alanları?” Bunlar bayramlardır. Evet Amerika, bayram kutlama günleri bakımından, dahası bunların dinî olanlarından hiç de mahrum bir ülke değil. Peki bunca bol bayrama, ortak eylem alanlarına rağmen ABD yalnızlıkla baş edebiliyor mu?
Yapay Bayramlar İcat Edildi Yine Olmadı
Özdenören’e göre maalesef, bayramlar da ABD’li insanın yalnızlığını gidermeye çare olmuyor. Hatta mevcut bayramlara bir de “düzmece bayramlar” ilave ediyorlarsa da o da bir çözüm getirmiyor. Nedir düzmece bayramlar? “Hatta insanların birbiriyle ilişkisini teşvik etmek için düzmece günler icat edilmiş! Evet düzmece günler: Anneler günü, Babalar günü vb. Ama bütün bu günler hatta en önemlisi Christmas (Noel Yortusu) bile, insanlar arasındaki ilişkileri gayrişahsi olmaktan çıkarmaya yetmiyor.” (Rasim Özdenören, İpin Ucu, İz Yay., İstanbul: 2022, s. 16.) Yetmiyor çünkü, insanlar bunun da bir kolayını buluyorlar ve bu günlerdeki bayramlaşmalarını mektup veya telefonla hallediyorlar. Sonuç: Bu insanlar yine terkedildikleri yalnızlıklarına devam etmeye mahkûmlar.
Rasim Özdenören, bunun kapitalist, liberal düzenin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu belirtmiş “Kapitalist/liberal hayat tarzı, bencil tabiatlı insanların ortaya çıkmasına yol açtıysa, bencillik de bu insanların yalnızlaşmasına, yalnızlığın hastalık haline gelmesine yol açmıştır.” Bütün bunların sonucu olarak bu toplumlarda insanlar yalnızlıktan çıkabilmek için kendilerini alkole, uyuşturucuya ve daha pek çok gayriinsani mazarratlara vurmakta ve bir kurtuluş yolu aramaktadır. Rasim Özdenören’e göre bu insanlar aslında İslam’ı aramakta ve fakat İslam’ı aradıklarını bilememektedirler.
Peki onların aradıkları İslam’ı yaşayan bugünkü Müslümanların yaşadıkları bayramlar onlara aradıkları o iç huzurunu, aile saadetini, ruh ve beden dinginliğini, kaybedilen insani değerleri verebilecek mi?
Soruyu dinî bayramlarımız olan Ramazan ve Kurban Bayramları için soruyorsak evet. Ama bugün yaşadığımız bayramlar için soruluyorsa, soruya evet dememiz biraz daha müşkül olacak.
Rasim Özdenören’in eleştirdiği yalnızlığa terk edilme artık bizim de başımıza örülen çoraplardan biri olmaya başladı. Bütün yetkili ve etkili merciler bayramların bir turistik tatil olmadığını söyleyedursun, bayramları daha fazla turistik tatil olarak görmeye meyil gitgide artmakta. Bayramını ailesinin yanı yerine bir tatil beldesinde değerlendirenlerin sayısı gün geçtikçe daha fazla haberlere konu olmakta. Bunun daha da beteri var elbette, o da Kurban Bayramı’nın artık “kurban” olmaktan çıkması.
Kurban Bayramı “Kurban” Olmaktan Çıkıyor
“Konfor çürümektir” hakikati bir daha en ağır bedelle tecelli ediyor. Kurbanlık hayvanı seçmek için pazarlara gitmek, pazarlıklar yapmak, o hayvanı alıp bakmak veya aldığı kişiye baktırmak, bayram günü hayvanı kesim yerine getirmek veya kesim yerine gitmek, hayvanın kesimi, parçalanması, usulünce dağıtılması… Bütün bunlar benim çocukluğumdan beri (yaklaşık elli yıldır) yaşadığım bayram ritüelleri. Bunlar elbette belli bir mesai istiyor, fedakârlık istiyor, bir müddet birtakım sıkıntılara katlanmayı gerektiriyor. Ama artık buna da bir çözüm bulundu ve insanlar daha rahat bir şekilde hayvanlarını kurban ettiklerini düşünüyorlar.
Ama işte anne-baba, çoluk çocuk bir araya gelerek bir hayvanı Allah rızası için kesme, ortaklar arasında kılı kırk yararak pay etme, sonra o etten konu komşu, akraba hep beraber kavurmalar yeme, sonra fakir fukaraya pay dağıtma âdetleri yok oldu gitti. Eve kurban eti girmeyince “kurban” da ortadan kalkmaya başladı.
Peki nedir kurban? Bizim milletimiz bu mübarek bayrama Araplar gibi “ıyd-ı adhâ: hayvan kesme bayramı” dememiş de “Kurban Bayramı” demiş. Malumdur ki “kurban” kelime olarak “yaklaşmak” demek. Bize göre bu bayram “yaklaşma” bayramıdır. Kime yaklaşıyoruz peki? Önce kendisi için kurban kestiğimiz Rabbimize, sonra aile fertlerimize, anne, babamıza, sair büyüklerimize, akrabalarımıza, komşularımıza... Daha önceki günlerden çok daha fazla yaklaşıyoruz. Onlarla birlikte olmanın nice rahmet ve lütfuna da yaklaşıyoruz.
Kahir ekseriyetle eğer kişi kurbanını uzak diyarlara göndermişse, tatile gitmişse bütün bu yaklaşmalar bir bir yok olmaktadır, öyle değil mi? Bayramlaşmalar ancak bayramla mümkün, bayram bayram olmaktan çıkınca bayramlaşmalar da bir başka hâle bürünüyor.
Bayramda Kimlerle Niçin Bayramlaşıyoruz
Sezai Karakoç merhum, bayramı anlattığı yazısında bayramların çok farklı fonksiyonlarına değinir. Ona göre bayram evvelemirde bedenin değil ruhun bayramıdır, bayramla artan bir şeyler vardır: “Bayram ruhun bayramıdır, tenin değil: Duyarlılığımız artmakta, kalbimizin mistik ve metafizik genişliği artmaktadır.”2
Bayram günlerinde bütün milletin içinde bulunduğu davranışların hiçbiri asla hafife alınamaz, hepsinin pek ulvi rolleri vardır: “İnsanlar birbirlerine ziyafet çekseler de, armağanlar da verseler, gelişler, gidişler, ziyaretler, kucaklaşmalar, el sıkışmalar, tebrikler, kutlamalar dindarlık duygumuzu pekiştirmekte, geliştirmektedir.”
O büyük ediplerin gözüyle de bakalım bayramlara diye bunları kaydettim. Mesela şu muazzam dikkate bakın. Sezai Karakoç’a göre, “bayramlaşma” dediğimiz kavram kaç farklı şekilde okunabilir? 1. Bayram namazla başlar bu Yaratıcı ile bayramlaşmadır. 2. Sonra eve dönülür; bu aile ile bayramlaşmadır. 3. Sonra bütün şehir kendi içinde bayramlaşır. 4. Bütün Müslümanlar birbiriyle paylaşır, 5. Sonra tebrikler şehirler arasına atılır. 6. Mezarlar ziyaret edilir, ölülerle bayramlaşılır.
Gazze Varken Bayramı Nasıl Kutlayacağız?
En son şu hazin duruma değinerek bitirelim: Gazze’de bu facialar varken biz nasıl bayram kutlayacağız?
İşin garibi Sezai Karakoç, 1990 yılında yazdığı bir yazıda (Kara Bayramı Aka Çevirmek) yine Gazze vesilesiyle bu meseleye değiniyor ve şunları kaydediyor: “Filistin’de Gazze’de esaretin en acı, en hor hakir kılıcı türü altında ezilen Müslümanlar geliyor gözümüzün önüne. Tütmez ocaklar, sahipsiz yetimler geliyor aklımıza. Haykırarak ağlamalı mı bayram gününde. Bu da olmaz: “Çünkü bayramın da hakkı var üstümüzde. Bayram şekerini zakkum meyvesi yapamazsınız. Gecenin gece, gündüzün gündüz olduğu gibi, bayramın da bayram olması lazım, hiç olmazsa bir nisbet derecesinde. Uzun yıllardır kara bayramlar yaşıyoruz, hasret kaldık ak bayramlara. Evet bayramlar terk edilmez. Gerçek bayramlarımız gelinceye kadar, acı acı da olsa buruk buruk da olsa, bayramlarımızı kutlayacağız. Bir hatıra gibi kutlayacağız.”
Ak bayramlarda en kısa zamanda buluşmak umuduyla.